Ayşe Emel Mesci

Korona Günleri

16 Mart 2020 Pazartesi

Koronavirüs hayatımızı olduğu gibi istila etti. Hem son derece somut, ürkütücü bir salgın olarak; hem de yarattığı korku ve yol açtığı reflekslerle birlikte istila etti. İşin ilginç yanı, korunma önlemleri konusunda “bize bir şey olmaz”cı yanı ağır basan insanlar, sıra boğaz konusuna gelince bir anda marketleri talan edebiliyorlar. 

Halbuki “bize bir şey olmaz”cılıktan hemen vazgeçip, yetkili sağlık kurumları tarafından önerilen önlemleri uygulamak, bunun yanı sıra da aşırı paniğe kapılmamak gerek. Mustafa Balbay’ın 15 Mart Pazar günlü yazısının başlığında söylediği gibi, “Bize bir şey olmaz ile rafları talan etmek arasında” sağduyulu bir noktayı bulmakta yarar var.

Tarihten bir örnek

Koronavirüsün izlediği coğrafi güzergâh, 14. yüzyılda Avrupa nüfusunun üçte birinden fazlasını kıran ve “kara ölüm” diye anılan veba salgınınınkini andırıyor. Tabii ki sadece bir yön benzerliğinden söz ediyorum, yoksa ulaşım araçları ve yolları arasındaki farkı belirtmeye bile gerek yok. Doğu ve Orta Asya’dan başladığı tahmin edilen salgının Kırım’a ulaştığı, oradan da Ceneviz gemileriyle İtalya’ya geçtiği tahmin ediliyor. O sırada Kırım’daki Kefe limanını kuşatan Moğol ordusunda salgın olduğu, birçok askerin öldüğü ve vebalı ölülerin mancınıklarla kent surlarından içeri fırlatıldığı, böylece neredeyse bir biyolojik savaş yöntemiyle salgının Kefe’ye de sıçradığı söyleniyor. Kuşatmadan kaçan Ceneviz gemileri de “kara ölüm”ü Avrupa’ya taşıyor. 

O günden bugüne bilim ve tıp büyük gelişmeler kaydetti, dün dehşet saçan birçok salgın hastalık artık büyük bir sorun olarak algılanmıyor, bize basit gelen aşılarla önü alınabiliyor. (Bir salgının nelere yol açabileceği bu denli iç acıtıcı bir örnekle gözlerimizin önünde dururken, hâlâ insanları çeşitli hastalıklar konusunda aşı yaptırmaktan caydırmaya çalışan ekran yüzlerine de doğrusu pes diyorum!)

Madalyonun diğer yüzü

Koronavirüsün de çaresi er ya da geç bulunacaktır, yeter ki o zamana kadar biz gerekli önlemleri titiz ve disiplinli bir şekilde uygulayalım. Ama “kara ölüm” günlerinden bu yana bilim ve tıp alanında sayılamayacak kadar çok ilerleme kaydeden insanlığın bu gelişiminde madalyonun bir de ters yüzü var. Teknolojik devrime ve buluşlara eşlik eden insan-merkezci kalkınmacı zihniyet (burada kapitalizmin yanına geçen yüzyıldaki sosyalizm deneyini de eklemek gerekiyor ne yazık ki) esas olarak son yüz, yüz elli yılda yerküreyi geri dönülemeyecek bir bozulma noktasına sürükledi veya sürüklüyor. İnsan-merkezciliğin kibri sayısız canlı türünün yok olmasına yol açtı. Dünyanın ekolojik yapısında belki de geri döndürülemeyecek hasarlar yarattı. Halbuki insan doğayı karşısına aldığında, kendini koruma olanaklarını da azaltmış oluyor ama bunun farkına varamıyor, “bunlar abartı, boşuna yaygara yapılıyor, dünyaya bir şey olmaz” diyen zihniyet hâlâ çok taraftar buluyor. 

Ionesco’nun çok düşündürücü bir oyunu vardır: Değerli çevirmen Hasan Anamur tarafından dilimize kazandırılmış “Ölüm Oyunları”. Bu oyunda da veba söz konusudur, hatta Ionesco’nun oyun için düşündüğü ilk başlıklardan biri de “Veba”dır. Fransız yönetmen Jorge Lavelli’nin sahneye koyduğu “Ölüm Oyunları”yla ilgili şu yorumu, oyunun ve günümüzün en ürpertici yanlarından birini gözler önüne seriyor: “Ölüm, beklenmedik ve kalleşçe bir biçimde, kaçınılmaz bir gerçeklik olarak herkesin üzerine çökmüştür (…) ama insanlar sanki günlük yaşamın sıradanlığı ölüm ile aralarına bir paravana çekebilir ve onları … koruyabilirmiş gibi birbirleriyle anlamsız anlamsız konuşmayı sürdürmektedirler.”

Anlam yitiminden kurtulup daha dayanışmacı ve daha yaşanılır bir dünya için uğraşmak gerek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları