Ayşe Emel Mesci

Nereden nereye geldik?

18 Mart 2019 Pazartesi

Son zamanlarda çeşitli sohbetlerde, tartışmalarda en sık karşılaştığım tümcelerden biri şu: “Nereden nereye geldik?” Sanırım hepimiz bir şekilde, sadece içimizden de olsa, bu soruyu dillendiriyoruz. Zaten bu kadar sıklıkla ve gerçekten farklı ortamlarda sürekli yinelenmesi, neredeyse toplumsal ölçekte içselleştirilmiş bir sorunun söz konusu olduğunu gösteriyor.
“Nereden nereye geldik?” sorusunu iki karşıt yönde yanıtlamak mümkün. Eğer yanıt olumlu bir yöneliş içinde olduğumuz kanısını yansıtıyorsa, tartışacak fazla bir şey yok demektir. Ama gerek toplumsal gerek bireysel düzlemlerde yanıtımız olumsuz bir gidişatın yansımalarını taşıyorsa, o zaman bunun nedenleri hakkında düşünmekte yarar var.

Kendini yenileme kapasitesi
Türkiye kendini yenileme, çözümlerini kendi içinden üretme, aksayan yönlerini düzeltme kapasitesini koruyorsa, “Nereden nereye geldik?” sorusunun ürkütücü bir yanı kalmaz. Çünkü nereye gelinmiş olursa olsun, toplumun kendini yeniden üretme kanalları geleceğe giden adımların önünü açmanın bir yolunu bulurlar.
Bir toplumun kendini yenileme kapasitesini koruyabilmesinin en önemli dayanağı eğitimdir. Çünkü eğitim, yetişen kuşaklar üzerinden geleceğin belirlenmesinde can alıcı bir önem taşır. Yarın kaygısı taşıyan sorumluluk sahibi yöneticilerin ve yurttaşların her şeyden çok sahiplenmeleri, niteliğini iyileştirmek için mücadele etmeleri gereken alan, eğitim alanıdır. Nitelikli eğitim hem mesleki hem de insani anlamda donanımlı bir geleceğin yanı sıra, toplumun kendini yenileme kapasitesini, yani hayatiyetini koruyabilmesinin güvencesidir.

“Mektep” ve “sanat”
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin üzerinde yükselmesi gereken dört sütunu, “mektep, iktisat, sanat, imar” diye sıralamıştı. Bu dört sütundan ikisini oluşturan “mektep” ve “sanat” maddelerine yakın tarih içinde bir arada bakıldığında, yani sanatta eğitim ve eğitimde sanat başlıkları altında değerlendirildiklerinde, özellikle de sanatın eğitim içinde ne kadarcık bir yer tutabildiği görüldüğünde “nereden nereye geldik, ama nasıl oldu da geldik” sorusu da kendiliğinden yanıtını bulur. Sadece sonuca -lise veya üniversiteye giriş sınavlarınaodaklı, düşünen ve sorgulayan bireyler yetiştirmek yerine ezbere dayanan, insanlığın eriştiği evrensel değerlerin, hoşgörü, empati, farklılıklara tahammül gibi önemli kavramların yakınına bile uğramayan, sanatı neredeyse tamamen dışlamış bir eğitim sistemiyle nereye varmayı umuyorduk ki? Bu olumsuz sistemin ilk başlangıç noktasında Köy Enstitüleri’nin kapatılması olduğunu da hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Köy Enstitüleri’nin kapatılması, hem Cumhuriyetin en önemli, en sonuç alıcı adımlarından birinin gericiler tarafından yok edilmesidir; hem de devlet içinde geleceğe açılan aydınlık bir zihniyetin alt edilmesinin, “mektep” ve “sanat”ı temel sütunlar arasında gören kuruluş felsefesinin terk edilmesinin göstergesidir.

Hayat bilgisi
Farklı kültürleri, gelenekleri, alışkanlıkları tanımanın en sağlıklı yolu onların sanatsal ürünleri hakkında sınırlı da olsa bir fikir sahibi olmaktan ve bunları değerlendirebilecek asgari bir donanımı edinmekten geçer. Sanat hakkında edinilecek bu bilgiler, çocuklara ve gençlere kendilerinden farklı olana “dokunabilme”, onunla temas kurabilmenin yanında insanı ve evreni bütünlüğü içinde kavrama olanağını da verir. Aslında “hayat bilgisi”nin özü de budur: Hayatı tüm cepheleriyle merak etmeyi, sorgulamayı ve anlamayı öğrenmek.
En küçük yaştan başlayarak sorgulamanın değil, ezberciliğin ve tartışmadan kabullenmenin öğretildiği bir toplumda ise sorunları gerçek anlamda tartışarak değil, sadece ve sadece kavga ederek çözmekten (yani çözememekten) başka bir yol öğrenilmez, toplum kendini yenileme kapasitesini giderek yitirir. Ve sonunda dönülüp geriye bakılır, “Nereden nereye geldik?” diye sorulur dertli dertli.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları