Ayşe Emel Mesci

Onların zamanı kuşun kanadındaydı

23 Haziran 2014 Pazartesi

Sıfır noktasına inmek ve oradan yeniden yükselmeyi denemek… Bu ülkede mümkün mü, bilmiyorum artık

Yaşadıkları en ağır mağduriyetleri bile kişisel bir mağdurluk edebiyatına dönüştürmeyen o soylu, şövalye yürekler zaman denen nehrin gelip takıldığı bu şimdiki zaman bataklığının uzağında, hatta üstündeydiler. Yukarıdan bakıyorlardı sanki olup bitene. Onların zamanı kuşun kanadındaydı.

Yıllar önceydi. İlhan Selçuk’un evindeydim. Mutfakta çay hazırlıyordu. Beni yanına çağırdı: “Ayşe Emel, gel sana bir şey göstereceğim.” Mutfağın bahçeye bakan penceresindeki beyaz jaluziyi kaldırdı, kocaman bir Japongülü nazlı nazlı salınıyordu. “Biliyor musun, bunu annem dikmişti bahçeye. Ondan sonra da ben baktım, nasıl büyüdü bak!” dedi.
O unutulmaz yazının “Japon Gülü”yle böyle tanıştım.
Zaman nasıl geçiyor, hepimizi ve her şeyi sürükleyerek…

Baskınla gelen enfarktüs
İlhan Ağabey’in evine şafakta yapılan baskınla gözaltına alınmasının üzerinden 6, onu yitirişimizin üzerinden 4 yıl geçti. Türkiye’nin son 6-7 yılına damga vuran kitlesel davalarda, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında tutuklu sanıkların tamamına yakını tahliye edildi. Hem Türkiye hem de Ortadoğu bambaşka bir mecraya girdi, zaman denen nehir baş döndürücü hızıyla akmaya devam ediyor.
İlhan Ağabey o baskın olayından bir süre önce benden kendisine cepte taşınabilecek küçük bir ilaç kutusu almamı istemişti. Kendi yanındaki kutuyu göstermiş, “Bak bu çok büyük, ben şöyle bir iki hap alacak büyüklükte bir kutu istiyorum” demişti. İstediği gibi küçük, yuvarlak gümüş bir kutu buldum, götürdüm. Gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan sonra gazetede buluştuğumuzda, “Ayşe Emel o kutu çok işime yaradı biliyor musun” dedi: “Emniyet’te sorgu için beklerken kalbimin hafif hafif yoklamaya başladığını hissettim. Ne de olsa tecrübeliyim bu işte, bedenimin verdiği sinyalleri çözebiliyorum, enfarktüsün geldiğini anladım. Ama sıkıntı çektiğimi de çevremdekilere hissettirmek istemedim. Yanımda bekleyen polis memurundan bana bir bardak su getirmesini rica ettim. O gidince de kutuyu açtım, hemen bir dil altı hapı attım ağzıma. Atlattık vartayı.”
Eski hapishaneciydi İlhan Ağabey. Türkiye’nin son 50 yıllık siyasi tarihinde büyük tecrübelerden geçmiş, büyük gerilimler, hatta işkenceli sorgular yaşamış, hepsinin de altından kalkmayı, üstelik Bektaşi mizacıyla bunları damıtıp, sarsılmaz iradesinin yanına katmayı bilmişti. Bu nedenle, bunu da atlatır diye düşünmüştüm, daha doğrusu umut etmiştim. Ama zaman öyle bir varlık ki ilerledikçe gözleri keskinleşiyor, insanda gençken görmezden geldiği bir sürü falsoyu belli bir noktadan sonra kilometrelerce uzaktan, şahinin avını görmesi gibi yakalıyor. Sağlıktaki en küçük denge bozulmasını bile affetmiyor.
83 yaşındaki İlhan Selçuk’u sabahın saat 5’inde evini basarak gözaltına alanlar, daha doğrusu bu emri verenler bıçak sırtında giden o dengeyi bozdular, bozulan denge de bir daha düzelmedi zaten.

Sıfır noktasına inmek
Peki, o meşhur Ergenekon davasından bugün ne kaldı geriye? Peki? Peki? Peki? Mezbahalardaki kasap çengelleri gibi peşpeşe sıralanan sayısız soru… Balyoz davasından yargılanan Çetin Doğan’ın damadı Prof. Dr. Dani Rodrik, Orhan Bursalı ile yaptığı söyleşide (22 Haziran, Pazar) işin püf noktasını vurgulamış aslında: “Türkiye’de (…) her kesimin yüzleşmek zorunda olduğu çirkin gerçekler var. Böyle bir süreci başlatmak ve yönetmek için gereken karşılıklı güven bir noktada tesis olur mu, bilemiyorum. (…) Belki Türkiye’de mağdur edilmemiş kesim kalmadığı zaman mümkün olur, ki artık o noktaya epey yaklaştık.”
Sıfır noktasına inmek ve oradan yeniden yükselmeyi denemek… Bu ülkede mümkün mü, bilmiyorum artık.
İlhan Ağabey rüyalarında nasıl dibe dalma deneyimi yaptığını anlatmıştı birkaç kez. “Bilinçdışı devreye girdiğinde bile bilincimi ayakta tutmaya çalışıyorum” derdi: “Koyu bir karanlığın içinde dibe doğru dalıyorum, dipte çocukluğum var, anılarım; dolaşıyorum orada gönlümce, sonra yüzeye doğru çıkıyorum, ama bir şey beni yine çekiyor aşağı. Bir an yok oluyorum, sonra yine anıların içinde buluyorum kendimi, tekrar yükseliyorum…”
Rüyalarındaki bu çocukluğa dönüş vurgusunun nedeni neydi bilmiyorum, kendisi de bir yorum yapmadı bu konuda. Bendeki gibi bugünden geçmişe bir kaçış özlemi miydi? Sanmıyorum. İlhan Ağabey çok iradeli ve sorumlu bir insandı. Satranç masasının başından kalkacak biri değildi. Ama bir yanıyla da bu zamanın çok dışındaydı; o da Turhan Selçuk da… Yaşadıkları en ağır mağduriyetleri bile kişisel bir mağdurluk edebiyatına dönüştürmeyen o soylu, şövalye yürekler zaman denen nehrin gelip takıldığı bu şimdiki zaman bataklığının uzağında, hatta üstündeydiler. Yukarıdan bakıyorlardı sanki olup bitene. Onların zamanı kuşun kanadındaydı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları