Venedik Bienali ve biz Türkler!

05 Mayıs 2015 Salı

Türkiye’nin ve Avrupa’nın gündemi bildiğiniz gibi çoook farklı. Türkiye her gün televizyondan taşan ağır ve kırıcı siyasi polemiklerle boğuşurken, Batı dünyasının kalbi daima siyasetin önüne sanatı ve sosyal yaşamı koyarak gündemini belirliyor. Örneğin şimdi en az bir ay boyunca, Batı ülkelerinde herkes Venedik Bienali’nden söz edecek. İtalya’nın bu olağandışı etkileyici tarihi kentinde, 136’sı ana salonda küratör Okwui Enwezor’un seçtiği, diğerleri ülkelerin ulusal sergi pavyonları veya paralel etkinliklerde yer alan toplam 750 civarında sanatçının peşinde koşacak. Bizim ülkemizde ise her zaman itiraf etmeseler bile, sanata düşman bir devlet adına seçime girecek partilerin kavgası ve hatta gürültülü savaşı var. Umarız sanatı ve düşünce/basın özgürlüğünü destekleyen siyasiler muzaffer çıkar bu kapışmadan!
Beş gündür Venedik’teyiz. Yanımda eşim Sibel ve asistanım Öykü Eras dışında sanatçı ve küratör arkadaşım Denizhan Özer var. Denizhan Özer’le beraber uluslararası sanatçı grubu Nine Dragon Heads’in “Jump into the Unknown” (Bilinmezin İçine Atla) sergisinde, Palazzo Loredan dell’Ambasciatore’de yer alacağımızdan biraz erken gelerek hazırlıkları bitirmek istedik. Ben ilk olarak 2013’te New York’ta sergilediğim “BoşÇerçeve”min “Fast Forward History” (Hızlı İleri Sarılmış Tarih) başlıklı bir yeni yorumunu göstereceğim. Denizhan Özer ise “Bilinmeyen Hikâyeler” başlıklı göçmenlerle ilişkili daha önce Londra ve İstanbul’da sergilenen işini sunuyor olacak. Venedik’te ulusal pavyonlar, bienalin en başından beri var. Önce 30 ana ülkenin sürekli pavyonu varken sonra bu rakam arttı. Şu anda mesela 88 ülkenin sanatçıları, en çarpıcı düşünce ve marifetleriyle buluşmaya katılıyorlar. Bu yılki buluşmada, değişik mekân ve sergilerde bizden altı sanatçı yer alıyor. Bunlar arasından bizim gibi bazıları kendisini Türk olarak tanımlarken, bazıları da Türkiyeli oluyor! (Ne yazık ki yabancılara “I am from Turkey” dediklerinde aynı imajı veremiyorlar.) Bu yıl Denizhan ve benim dışımızda, katılan isimler arasında Türkiye pavyonunda Sarkis (Arsenale-sale d’Armi), “All the World’s Futures” sergisinde Kutluğ Ataman ve Meriç Algün Ringborg (Arsenale ve Giardini) ve Ermenistan Pavyonu’nda (San Lazzaro degli Armeni adası ve manastırında) yine Sarkis ve Hera Büyüktaşçiyan var.
Biliyorsunuz artık sanatsever veya sanat koleksiyonerleri büyük sanat buluşmalarına son 8-10 yıldır topluca gidiyorlar. Venedik’e de yine gazeteci, koleksiyoner ve sanatseverlerden oluşan çeşitli gruplar bu hafta akın edecek. Bu tabii olumlu bir gelişme. Ama bir de bunu moda olmaktan çıkarıp oluşturdukları kimi ortak dedikodulara inanmak veya teslim olmak yerine, kendilerine ait düşünceleri sınamak veya sorgulamak için gitselerdi biraz daha iyi olurdu! Sanat gezmeleri, bir toplu ayin veya piyasa araştırması/analizi değil, olmamalı. Olsa olsa bireyin kendi sanat eğitimine ve göz zevkine sunduğu büyük bir hediye ve şölen olabilir. Sanatı, çoğu zamane sanatseverimiz, başkalarından bir doğruyu veya bir güncel bilgi dizisini öğrenmek için takip etmek istiyor. Halbuki, ister koleksiyoner, ister sanatsever, her bir sanat insanı, aynen bir sanatçı kadar kendi özgün ve tekil varlığıyla yaşayan bir bağımsız insandır. Ne papağan gibi ezberlemeli, ne de kopyacı öğrenciler gibi taklit etmelidir. Ortada at yarışının veya borsada kazanacak hisselerin mucizevi sonuçlarını verecek bir sihirli insan veya gizli kutu olmayacak. İşte bu arayışta olanların gerçek anlamda bir sanatsal kimlik kazanamayacakları ortada. Sonuçta sanatsever kendi yargılarıyla kendi zevkini ve estetiğini geliştirebildiği oranda kişilik kazanır. Venedik gibi, doğrudan Basel- Miami tarzı ticari fuarlara benzemeyen bir buluşma, bu dediğim seçimi yaşama geçirme kararlılığı için iyi bir fırsat. Umarım bu şansı sanatseverler bu gözle kullanırlar.
Tabii ülkemizde bunu sağlamak için, mesela 1895’ten beri var olan ve yılda 350-400.000 kişinin ziyaret ettiği bir Venedik Bienali yok. 20-30 kuşaktır geliştirilen köklü büyük koleksiyonlar da yok. Sanatseverlerimiz de bu yokluk içinde var olmaya çalışan bilançoların aktif hanesine yazılabilmek için varları ve yoklarıyla mücadele ediyorlar. Türkiye’de 1987’de kurulan İstanbul Bienali de, 2004’te kurulan Contemporary İstanbul Fuarı veya İstanbul Modern müzesi de, henüz tüm iyi niyetlerine rağmen deneyim olarak ergenlik çağına girme sorunlarını yaşıyorlar! AKM ise faili meçhul bile olmayan bir cinayete teşebbüste, bitkisel hayata girdi, kurtarma çabaları devam ediyor! Bizler için Türkiye’de sanatla uğraşarak ömür tüketmek, gerçekten devletle veya istisnasız her sosyal sınıftan gelebilecek ukala cehaletle boğuşmak anlamına geliyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erken seçim mi dediniz? 18 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları