Bir roman ve edebiyatın söylediği...

17 Ağustos 2024 Cumartesi

Şükrü Erbaş’ın her anımsadığımda içimi dağlayan dizeleridir: “Bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz / Biçim veremediğimiz şeylerin/ Biçimini alıyoruz.” Dünyanın hemen her yerinde faşizmin çığrından çıkmış haline gelir adaletsizliğine uğrayan geniş kesimlerin cehaletle karşılık vermesi karşısında içimiz eziliyor. Deleuze’nin, “Halk yok, halk artık kayıp” sözü haklı çıkmak adına elinden geleni yapıyor. Hukukun üstünlüğü yerine iktidarların genişlettiği alan tartışılıyor. Yeni bir salgın tehdidinin dünyayı daha otoriter bir iklime götürebileceği üzerine varsayımlar yapılıyor. Doğanın rant sevicilerle talan edilmesi karşısında ses çıkartmaya çalışanlar etkisiz kılınıyor. İnsanın varlığı bile para karşısında üretimin kalitesi değerlendirmesine takılabiliyor. Göçmen krizi yalnızca yoksulluk üzerinden mercek altına alınıyor. Öte yandan elverişsiz koşullarda yığınlar bir dilim ekmek için çalıştırılıyor. Böylesine büyük bir dönemeçte biz ise hukuk ve adalet kelimesi altında kalırken bir de en büyük muhalefet partisinin içinde yeter ki bir koltuğum olsun ama hep benim olsun çekişmesi altında kalıveriyoruz. Öte yandan Meclis koridorlarına kan damlarken çaresizliğimiz içimizden taşıyor. 

***

Böylesine bir ortamda Ahmet Büke’nin kaleme aldığı “Deli İbram Divanı”nı okuyorum. Romanda Demokrat Parti iktidarında başlayan tarım/deniz ekonomisinden kapitalizme geçiş sürecindeki dönüşüm, rantçılarla doğayı koruyarak yaşamayı seçen bir avuç azınlık savaşımı üzerinden ele alınıyor. Ada sakinleri dalyan balıkçılığıyla ve zeytinle geçimini sağlıyor; ancak yoksulluktan bunalanlar bir an önce zengin olma hevesine kapılıveriyor. Adanın yerlilerinden Eczacı Süleyman, para uğuruna balıkçıları o yıllarda popüler olan yunus cinayetine azmettiyor. Olay örgüsü içinde çatışma tam da burada yatıyor. Dalyan balıkçıları için yunus kutsal hayvan; çünkü yunuslar balık sürülerini kovalayarak dalyana girmesini sağlar. Adada üç kafadar, başta Deli İbram yunus yağı işine girmesini istemiyor fakat yoksulluğun pençesinde kıvranan Adalılar, Eczacı Süleyman’a çalışıp sıcak para kazanmayı, denizden gelecek nimete tercih ediyor. Yıllar içinde tükenen yunuslar Eczacı Süleyman’ı daha da zengin ederken dalyana artık balık gelmemesi, Adalıların yeniden yoksulluğa düşmesine neden oluyor. Bu defa Süleyman, kendine yeni bir rant kapısı bulup ikna ettiği kitleyi sıradaki kapitali için er kılıyor. Burada önemli olan Eczacı Süleyman’ın türlü vaatlerine rağmen herkesin elinde avucunda ne varsa alıp işçileştirdiği, geçim araçlarından mahrum bıraktığı balıkçıları kendi endüstrisine, oradan da ticaret yoluyla küresel iktisadi zincire eklemlemesi. Ve en önemlisi de bu sayede adalıların rızasını alması. Her şeye rağmen Büke, Adalıların yaşadığı bu değişimi sömürülenlerden yana bir final yazarak bitiriyor. Yıllar sonra ise İbram ve Eczacı Süleyman, karşı karşıya geliyor ve geçmişin intikamı da alınıyor. 

***

Adada geçen romanda, mikrokapitalizmin gelişimine ait bütün unsurlarını görürken, aynı zamanda insanın dramının, piyasa değerlerine karşı açtığı savaşımda ortaya çıkmasına ait bir değerlendirmede bulunuyoruz. Öyle ya, değerler bunalımı içindeki toplumda, piyasanın egemenliği kişiyi seçim yapmak zorunda bırakır. Toplumda bir yer edinmek isteyenler, toplumsal sorumluluğu yadsıyarak bireysel çıkarını göz etmek durumunda kalır. Bu yalnızca Deli İbram ve arkadaşlarının yaşadığı bir macera değildir. Onurunu korumak isteyen insan bedel öder. Geç de olsa, idrak etmek, farkındalığı yaşamak, her şeye rağmen “insan kalmak” isteyenler içindir. Günümüz toplumunda ise insanca yaşamayı boynunda çıngırakla dolaşan bir “deli” tarafından savunulmaya çalışılması da tarihsellikle de bağlantılıdır. Öyle ya, bir kişi çıkar, ayrıksı da olsa gerekeni söyler! 

***

“Deli İbram Divanı” aynı zamanda insan olmakla insana ait bütün değerleri elinin tersiyle itenlerin ilkel halini gösteren bir roman. Böylesine büyük bir kokuşmuşluk içinde yaşarken, çürümeye dair başlangıç noktalarını sözcüklerin büyüsüne sığınarak çözümlüyoruz. Aynı zamanda Büke, bu cendereden çıkış noktamızı toplumsallık üzerinden gösteriyor. 

***

Kendi çıkarı için kan dökmekten sakınmayalar insanlığın altında önünde sonunda kalır. Dün de, bugün de, yarın da... Çaresizliğe karşın umutsuzluk yok, öyle değil mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları