Öfke...

15 Ekim 2022 Cumartesi

Yıl: 1956’dır. İngiltere’de John Osborneun kaleme aldığı “Öfkeyle Bak Geriye” seyirciyle buluşur buluşmaz ateşli tartışmalara neden olur. Uzun zamandır sınırları zorlayan bir tiyatro yazarı çıkaramamış İngilizler, Osborne’a sarılır; onun yeni bir toplumsal bilinci sahneye taşımasına aracılık ederler. Kısa sürede oyun, yirmili yaşlardaki çiçeği burnundaki delikanlıların “öfkeli genç adamlar” akımına dönüşür. Umutsuz, mutsuz, düzenin temsil ettiği bütün değerlere bilinçsiz bir biçimde saldıran yeni neslin tutunduğu bir dal haline gelir.

*

Öfkeyle Bak Geriye”nin başkahramanı Jimmy Porter, işçi sınıfından gelen, en yakın arkadaşıyla pazarda şeker satan, zeki, ağzı kalabalık buna karşın öfkesi burnunda bir gençtir. Tek odalı bir çatı katında, kırık dökük eşyaların ortasında kendisinden üst sınıfa mensup Alison’la birlikte yaşar. Alison’ın ailesinin Jimmy’e rıza göstermemesi belki de en büyük sorunudur. Öyle ya, genç kadının babası Hindistan’da, yani sömürgelerinde görev yapmış bir albaydır.

Jimmy’nin öfkesi genelde Alison’a ve onun içinden geldiği aile yapısına dönük olarak başlar ve daha geniş bir alana yayılır. Bir süre sonra yanı başındaki herkes bundan nasibini alır. Kıstırılmış olmanın getirdiği bir saldırma biçimidir bu: “Öyle sanıyorum ki bizim kuşağımız bir dava için ölemeyecek. 1930’larda 40’larda daha çocukken her şeyi yapmışlar bizim için. Uğrunda ölmek için iyi, cesur davalar kalmadı artık.”

Buna karşın Jimmy yaşadığı sıkıntılara bir açıklama ya da bir cevap getiremediği gibi, ne için öfkelendiği konusunda da emin değildir. Bu ise memnuniyetsizliğini günbegün arttırır. O, kendi deyimiyle “sıkıcı Amerikan çağı”ndan çıkmak istemekte, teknolojinin duygusallığı öldürdüğü dönemden kurtulmayı arzu etmektedir. Ama bunun için de sevdiği kadına şiddet uygulamak dışında bir şey yapmamaktadır. Alison hamile kalmasına karşın insanın içini burkan bir şekilde çocuğu düşünmez bile. Günün birinde eve Alison’un kendi gibi yüksek sınıftan oyuncu arkadaşı Helen gelir; işler çatallaşıverir.

*

Günümüzün prototipidir Jimmy. Öfkesini yanlış yerlere yönettiği için sistemin içinde yitip gidenlerdendir. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında sınıf ayrımcılığının alabildiğine şiddetli yaşandığı İngiltere’de düzene karşı hiçbir şey yapamayanlardandır.

Asıl mesele Jimmy’nin üniversite mezunu olmasına karşın işçi kalması değildir. Bir insanın işçi kalarak yeri geldiğinde sesini yükselebilmesidir. Hakkını arayabilmesidir. Burjuva sınıfından geldiği için hakir gördüğü eşine karşı emeğin gücünü öğretebilmesidir. Onu küçümsemesi değil, onunla yaşam kurma çabası içine girebilmesidir. Özellikle nefret ettiği pazar günleri önüne çıkan her şeye bağırması, çağırması, etrafındakilere kan kusturmasından çok var olan sisteme karşı direnebilmesidir. Ama o, önce iş arkadaşına sırtını döner. Karısını en yakın arkadaşıyla aldatır. Sistemin içinde kaybolup gider.

*

Mesele, Jimmy ve Jimmy gibilerin taşkınlığını toplumsal bir bilince dönüştürebilmektedir. Sosyal medyada ali kıran baş kesen gibi ortalığa tehdit saçan, kendisi gibi düşünmeyenleri kanla sulamayı normalize eden, katliamı savunan anlayışa karşı akılla bir arada olan bakışı kazandırabilmektir.

*

Dahası o kadar çok bu duyguyla karşı karşıyayız ki toplumsal büyük bir öfke patlamasını, nedenleri farklı olsa da adeta yeniden “öfkeli çocuklar güruhu”nu yaşıyoruz. Burada temel sorun yine benzer: Gelecek adına umutsuzluk ve sınıf eşitsizliği...

*

Öte yandan insanlık tarihini anlatan dersler, dosyalar, kitaplar yakma, yıkma, yok etme gibi “olgularla” dolu. Olaylar, olgular olarak ele alındığı sürece insana ilişkin duygular tarihten siliniyor, evlere düşen ateş görülmüyor, kaybedilen canlar, onların taşıdığı değerler yitip gidiyor.

Bununla birlikte yaşadığımız dünyayı mümkün kılmak adına her türlü talana, yıkıma, bozguna karşı çıkıp, doğa, insan ve hayvan haklarını korumak adına mücadeleyi taşımanın anlamı çıkıyor karşımıza. Çünkü bilinçlerimizin sınırı kesin bir biçimde kendi gerçekliğimizin de sınırı. Bu nedenle kimi toplumsal olaylarda çok daha aktif davranananlar bir bakıma hepimizin yaşam alanını savunuyor. Umutsuzluk ve şüphenin ortasında bir anlamda böyle bir bilinçten yoksun Jimmy’lere çağrı yapıyor. “Hayde!” diyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları