Refik Ağabey...

03 Aralık 2022 Cumartesi

Dostoyevskinin “İnsancıklar” romanında, orta yaşlı bir kâtibin uzaktan akrabası olan Varvara’ya aşkı anlatılır. Yoksulluk içinde hayatlarını sürdüren iki insan, sürekli mektuplaşır, birbirine destek olmaya çalışır. Özellikle Makar, zar zor geçinen, giyecek elbisesi bile olmayan bir adamken sahip olduğu parayı genç kız için harcamaktan çekinmez. Duyduğu büyük aşk yüzünden kendini ona karşı sorumlu hisseder. Hatta onun ihtiyaçlarını karşılamayı bir vazife olarak görür. Varvara her şeyden bunalıp kendini düze çıkarmak adına başkasıyla evlendiğinde ise öncelikle çaresizlikten destek olur görünür. Ama büyük boşluktan kendini hiçbir zaman kurtaramaz: “Alt tarafı basit bir insancıktır o...” Öyle ya... “İnsancıklar”, yalnızca yoksulluğun romanı değildir. Hayatın o katlanılması zor yükünden kurtulabilmek adına diğerkâmlığın da romanıdır.

*

Aynı kuşağın şairi Ataol Behramoğlunun, Refik Durbaşın ardından, “60 kuşağının en iyi, en özgün şairiydi” nitelendirmesinin öncelikle aklıma “İnsancıklar” romanını düşürmesinin gerisinde bu diğerkâmlık vurgusu yatıyor. Sanat alanında özellikle herkesin birbirine son derece haşin, kırıcı ve hoyrat davrandığı çağımızda bir kuşağın birbirine tutunma nedenini iyi okumamız gerekiyor. Yazılanın yalnızca bir diğerini beslemek olarak görmeyip, boğucu siyasal atmosfer içinde omuz verme ve yoldaş olma anlamlarını da içeriyor bu sözler. Yıllar yıllar evvel, küçük bir çocukken neredeyse her hafta ailecek gittiğimiz Cahit Külebinin evinde, yine Külebi’nin Ahmet Muhip Dıranas için, “Bizim kuşağın en büyük şairi odur!” sözlerini hatırlıyorum. Burada hiç şüphesiz, bir hak teslimi yatıyor. Bunu yapabilmek bile sağduyulu bir bakışa sahip olmayı gerektiriyor.

*

Öte yandan, Refik Abi, kuşağı arka arkaya yenilgilerle, acılarla ve ölümlerle solarken bir ülkenin savrulmasını “Kuş Tufanı” gibi büyük bir yapıtta anlattı. Onunla birlikte altmışlı yıllarda şiir yazanlar, gördükleri haksızlıklara ve adaletsizliklere rağmen direnen bir şiir miras bıraktı bize. Neredeyse hepsinin eli, “sanata düşmüş”, ama ölümle sınanmışlardı. Ataol Behramoğlu’ndan Süreyya Berfeye, Eray Canberkten Egemen Berköze hepsi tertemiz dizelerini emanet ederken aynı zamanda bu ülkenin fotoğrafını çektiler.

*

Refik Abi, Dostoyevskiyen bir bakışla bize şehrin varoşlarında, bugün kimsenin görmek istemediği insanların öykülerini yazarken evlere bir ateş gibi düşen yoksulluğu da anlattı. “Çırak Aranıyor”da, “Çay hazır, ekmek sıcak, gün başladı mı usta/ sokaklarda gürültü kıvılcımları / az zeytin, az ekmek, kürt böreği/ çay hazır” dizelerinde şiire yerleşmiş son derece gerçekçi, bir o kadar okuru saran dizeleriyle gündelik söyleyişten uzaklaşmadan, hatırı sayılır buluşlarla kendine özgü şiir ormanını yarattı.

*

Gezginliği şairliğindendi. Sokağı hep başka gördüğünden. “Mardin”le ilgili yazdığı o şiirsel kitap unutulur mu? “Mardin kenti./ Adım, nice söylencenin adı olmuştur./ Birini anlatmak isterim./ Babam, Dicle’nin elinin değdiği yerlerin hükümdarı idi./ Safran ve baharat, ipek ve bakır kervanları/ onun ülkesinden geçerek ölümün ve hayatın / sırrını aramaya çıkardı.” Mardin’in hikâyesi, içinin ateşini Dicle’nin serin sularında söndüren bir gencin de hikâyesidir. Bu ateşin içinde şimdi kırk dört bilge köylü insanın bedeni kavrulmuştur. Şiirin son iki dizesi ise yani “Şair, sen kiminle konuşursun/ Mardin yoldaşın değilse?”dir. Kitaptan söz açtığımda Refik Abi, “Ben efsanelere inanırım demişti.” Ben de artık inanıyorum.

*

Sinema merakı güçlü mü güçlüydü. Aklımın ucundan hiç geçmeyen filmlerin hiç bilmediğim karelerini anlatırdı. Kırık sesiyle eğlenceli bir hikâye anlatıcısıydı o. Bir de nüktedan. Esprisi içinde saklı. Hep güleç. Bir on yıl evvel onunla bir arkadaşımı, Burak Copu tanıştırmıştım. Burak, “Ne kadar genç ve ne kadar yakışıklısınız” demişti. Kahkahalarla gülmüş ve daha da dikelmişti bedeni. Bütün gece bu sözün üzerinden gençliğe atıfta bulunmuştu. Neredeyse sabaha kadar oturmuştuk, Bilge Abla da vardı. Ülkede yaşanan her türlü vandallığa karşı yine gülmeyi başarabildiğimiz gecelerden biri. Rakı masasında kendi dizesini okumayı severdi. Bence de şiirimizde yazılmış en iyi dizelerden... “Şarabı sev, tütünü incitme, beni de unut artık!”

Aradan yıllar geçse de unutulmazsınız Refik Abi...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bizi kuşatan ölümler 27 Temmuz 2024

Günün Köşe Yazıları