Din ve faşizm

09 Haziran 2022 Perşembe

Din siyasallaşarak iktidarı arzulayan bir harekete dönüşünce, hızla ırkçılık ve milliyetçilikle buluşuyor, hızla faşistleşiyor, otoriter/totaliter bir toplum inşa etmeye başlıyor.

Günümüzde İran, Türkiye, Hindistan, ABD’de beyaz üstünlüğü- evanjelik Hıristiyanlık- Cumhuriyetçi Parti bağlantıları örnek gösterilebilir. Ben son olaylardan hareketle İsrail’deki sürece bakacağım. 

MADALYONUN İKİ YÜZÜ

İsrail devleti, Avrupa’da faşist soykırımla başlayan bir sürecin ürünüdür. Bu madalyonun öbür yüzünde İsrail kurulurken savaş ve etnik temizlikle topraklarından sürülen, 1968 savaşından sonra, topraklarına el koyan “yerleşimciler” hareketi ile sömürgeleştirilen Filistin halkı var.  

İsrail-Filistin sorununa bir çözüm bulma çabaları sonuç alamadan sürerken 1990’larda her iki kampta, çözümden “ötekini” yok etmeyi anlayan radikal dinci akımlar gelişti. İsrail tarafında, Oslo barış sürecini sabote eden, Netanyahu’yu iktidara taşıyan, radikal dincilik doğrudan siyasallaşmaya, ırkçılaşmaya başladı. Filistin tarafında Hamas’ın kuruluşuyla, ulusal irade parçalandı, barış sürecini yürütme kapasitesi, özellikle Arafat öldükten sonra hızla kayboldu. İsrail-Filistin sorunu içinde Müslüman ve Yahudi dincileşmesi adeta birbirini besledi. İsrail devleti ile Filistin halkı arasında, Lübnan’da, Gazze’de yaşanan savaşlar da bugüne kadar hep bu süreci besledi. 

Son yapılan kamuoyu yoklamaları İsrail halkının içinde Araplarla birlikte yaşamak istemediğini söyleyenlerin oranının 2021’de yüzde 45’ten, bu yıl yüzde 60’a yükseldiğini gösteriyor. İsrail halkanın çoğunluğu Gazze, Batı Yakası bir yana, İsrail içinde Doğu Kudüs’te ırk ayrımına dayalı bir düzen arzuluyor. Boşuna mı, artık tartışmalarda sık sık Güney Afrika’nın “ayrımcılık” modeline gönderme yapılıyor. Bugün gelinen noktada, Gazze’de ya da Lübnan’da yeni bir savaş olasılığından söz edilebiliyor ama, barış sürecinin canlanması gündemde değil.

Netanyahu, artık doğrudan siyasete katılan radikal Yahudi tarikatlarının desteğiyle iktidar olduktan sonra, “yerleşimcilik”, toprak gasp etme süreci hızlandı. Yaşhiva (Tevrat okulu) öğrencilerinin askere alınmasıyla, İsrail ordusunun seküler karakteri giderek aşındı. Bugün artık “yerleşimciler ve İsrail Ordusu aynı şeydir” diyen komutanlar var.

BEYAZ GÖMLEKLİLER...

Çeşitli tarikatlarda örgütlü radikal dincilik ile militarist Siyonizm arasında başlayan ilişkisi, süreç olarak faşizmin en önemli parçasını oluşturuyor. Ancak militan bir kitlesel hareket ve LGBTQ+ kadın hakları düşmanlığı da faşizmin olmazsa olmaz özelliklerindendir. Şimdi bunlar da sürece katılıyor: “Beyaz gömlekliler” olarak da anılan bir radikal dinci kitlesel hareket şekillendi (Yossi Klein, Haaretz, 312/05/2022). Filistinlilere yönelik saldırılar, LGBTQ bireyleri, “kendini bilmez solcuları”, Eşkanazi’yi, Netanyahu düşmanlarını (barış sürecinin canlandırılmasından yana olanları) hedef alarak genişliyor. Uğursuz bir resmin son parçaları yerine oturuyor.

Gerçekten de Güney Kudüs’te iki yıl ardan sonra bu yıl yeniden Şam kapısını, Müslüman mahallesini hedef alarak yapılan “Bayraklı yürüyüş”, “beyaz gömlekli” erkeklerden oluşan militan bir kalabalığın etkisinin güçlenmekte olduğunu gösteriyordu. Gözlemcilere göre, “Allah belanızı versin”, “Gözünüz kör olsun”, “Köyünüz yansın”, “Araplara ölüm” sloganlarıyla yürüyen kalabalığın sık sık Filistinlilere yönelik şiddet eylemleri, artık “Esas terörist kim” sorusunu gündeme getiriyor.

Gazetelerdeki, kimi yorumların başlıkları da oldukça korkutucu: “İsrail iç savaşı çoktan başladı”, “Şimdi sıra LGBTQ+ bireylere geliyor”, “Anti faşistlerin iki seçeneği var: Çekip gitmek ya da kalıp savaşmak...” Din ve siyaset buluşunca faşizm gelişmeye başlıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları