Erinç Yeldan

Uluslararası Keynes Konferansı'nın Ardından

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Birinci Uluslararası Keynes Konferansı 26-28 Haziran tarihleri arasında İzmir Ekonomi Üniversitesi yerleşkesinde toplandı. Profesör Hakan Yetkiner ve çalışma arkadaşlarının uzun ve titiz çabalarıyla organize edilen konferans, küresel ekonominin içinde bulunduğu büyük durgunluk konjonktürünün de etkisiyle birlikte ana akım iktisadına muhalif birçok ismi bir araya getirdi. Üç gün boyunca elliyi aşkın bilimsel tebliğ ile konferans salonlarında neoliberal ana akım iktisadının dogmatik inanç sisteminin dışında farklı paradigmalardan ve dünya görüşlerinden gelen sosyal bilimciler birbirlerini tanıma ve araştırmalarını tanıtma olanağı buldu.
Konferansta sunumların önemli bir bölümünde küresel krize ilişkin Marksist öğreti çerçevesinden yapılan yorumlar ön plana çıktı. Bu sunumlarda Marksist paradigmanın ana yaklaşımının ve yöntemlerinin neler olması gerektiği de doğal olarak tartışmaların ana eksenini oluşturdu. Söz konusu tartışmaların birinde Marksist yaklaşımın belirleyici olarak iki ana ekseninin olduğu vurgulanmaktaydı: Azalan kâr yasası ve uluslararası ticarette eşitsiz mübadele kavramlarına vurgu. İki yaklaşımın da Marksgil paradigma içerisinde önemli birer sav olarak yer aldığı doğrudur. Ancak, kanımca tüm Marksgil öğretiyi bu iki ana eksene dayandırmak yanlış ve daha da açıkçası Marksizmin özüne aykırı bir yöntemdir. Bu yazımda bu konuyu değerlendirmek arzusundayım.

\n

***

\n

Marksgil öğretinin ana eksenlerinin azalan kâr yasası ve eşitsiz mübadele olgusuna indirmenin yanlışlığı, söz konusu savların her ikisinin de özünde ampirik (görsel) bir nicelik olgudan ibaret olmasıdır. Tarihsel pratik içerisinde dönem dönem sermayenin getirisinin yükselmesi kapitalizmin küreselleşmesi sürecinde sıklıkla karşılaştığımız bir olgudur. Özellikle günümüzde yaşanan durgunluk sürecinin tarihsel olarak ana çıkış noktasını kapitalizmin hükümran ekonomilerinde sanayi ve üretici sektörlerde kâr oranlarının düşmesine karşın sermayenin finansallaşma yoluyla toplam kâr oranlarını yükseltebilme becerisi oluşturmaktadır. Finansal spekülasyona dayalı rant gelirleri, üretken sektörlerde gerileme içinde olan kârlılığı telafi etmiş ve sonucunda da sermayenin kârlılığını korumuş görünümdedir. Ticarette eşitsiz mübadele kavramı ise tarihsel perspektif içerisinde az gelişmiş ülkelerin üretip ihraç ettikleri malların giderek çeşitlenmesi ve birincil tarım ve hammadde mallarından uzaklaşarak, giderek daha ileri sanayi ürünlerinden oluşması üzerine ampirik olarak geçerliliği sorgulanmakta olan bir savdır.
Dolayısıyla, sadece gözlemsel olarak nicelik boyutuna dayandırılmış savların tek başına Marksist öğretinin ana belirleyici unsurları olarak değerlendirilmesi sakıncalıdır. Kâr oranları ve eşitsiz mübadele değerlerinin tarihsel koşullara bağlı olarak yön değiştirdiği dönemlerde Marksgil analizi itibarsızlaştırma çabalarına hizmet etmektedir.
Örneğin, Marksgil yaklaşıma tam zıt konumda olan neoklasik ana akım iktisat öğretisini ele aldığımızda üç belirleyici yaklaşımın söz konusu olduğunu görürüz: (1) Üretim sürecinin neoklasik bir matematiksel fonksiyon tarafından betimlenmesi; (2) Ücretin ve kârların emeğin ve sermayenin üretime marjinal katkısından oluştuğu savı; ve (3) tasarruf ve yatırımların özdeşliği. Bu savların ilki üretim sürecinin tarihsel/toplumsal tüm özelliklerinden soyutlayarak, tarihsel maddeci yaklaşımını reddeden; ikincisi ise ücretin nihayetinde emeğin üretime katkısını içerdiği gerekçesiyle sömürünün söz konusu olmadığını vurgulamaya yönelik ideolojik kılıflardır. Üçüncü unsurun kabulü de bir piyasa ekonomisinde yatırımların her zaman tasarruflara eşit olacağını, dolayısıyla aşırı üretim ya da eksik talep gibi nedenlerden kaynaklı herhangi bir kriz yaşanmasının mümkün olamayacağını vurgular.
Dolayısıyla, ana akım neoklasik düşünce sisteminde piyasa ekonomisi,
Newton fiziğinin kusursuz yasalarına bağlı olarak her zaman dengede, hiçbir zaman krize girmeyecek olan ve sömürü kavramının söz konusu olamayacağı tarih ve toplum dışı bir soyutlama tasarımı; kusursuz güzellikte bir ahenk projesidir. Nitekim, bu tasarımın büyüsüne kapılan çoğu genç meslektaşımız da iktisadi analizlerinde toplumsal sorunlardan uzak durmayı birer nesnellik ölçütü olarak algılamakta ve iktisat bilimini toplumun sorunlarından uzaklaştıran soyut bir teknik modelleme çabasına indirgemektedir
Ana sorumuza geri dönersek, kanımca Marksgil öğretinin ana eksenleri diyalektik düşünce yöntemi ve sınıfsal analize dayanmasıdır. İktisadi analizi, politik ve tarihsel analiz ile birleştirebilen Marksist öğretinin ana gücü tarihsel olguların yön değiştirmesi karşısında özünde taşıdığı diyalektik ve sınıfsal yorumlama yöntemiyle her zaman canlı ve gerçekçi kalabilmesidir. Bu bakımdan, Marksizmin nicel bir ampirik şablona indirilebilmesi mümkün değildir.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları