Feyzi Açıkalın

AKP’nin kriz yönetimi ışığında 2021 Almanak

02 Ocak 2022 Pazar

2020 yılının ilk günlerinde, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direniş ülke gündemine oturmuştu. Gezi direnişini başlarına gelen en büyük tehdit olarak hiç unutmayan siyasi rejim her koldan saldırıya geçti. En azından, öğretim üyesi kadrosuyla ayrıcalıklı saydığı bir kurumu “dize getiriyor olmak” onlar için önemliydi. Devlet Bahçeli bir taraftan, Süleyman Soylu diğer yönden, öğrencilerin THKP-C’den başlayıp neredeyse Sandinist gerillalarına kadar olan bağlarını birer rejim “anonsçusu” olarak dillendirdiler. Soylu sonradan, aslında 2021 yılını tanımlayan kelimelerden birini, “iltisaklı” yı kullanarak ifadesini yumuşatmaya çalıştı.

İktidarın Ocak ayında yoğunlaştığı diğer bir konu da, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne denli “faşist” olduğunu sıklıkla dile getirmek oldu. Onun sözde değil, özde faşist olduğu, tek parti faşizmine özlem duyduğu(!) Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kamuoyuna açıklandı. Hatta Erdoğan sırça köşklerini başlarına yıkmakla bile tehdit etti…

Şubat Mart ayları AKP’nin kongre dönemiydi. AKP lideri Covid-19 salgının ülkeyi kasıp kavurduğu bir zaman diliminde “lebalep” dolu kongreler yapmakla övündü. Kongreler parti tabanını sağlamlaştırmaktan da öte salgına karşı bir meydan okuyuşa, biyolojik nedenlerle gelişim gösteren bir hastalığı önemsememeye vesile oluyordu sanki. 

Bu durumlarda ve aslında salgının başından beri Sağlık Bakanı Koca devreye giriyordu. Bakan Koca 2020 Mart ayından başlayarak salgın döneminde müthiş bir “gündem oyalayıcısı” oldu. Twitter’da kendisine sunulan belirli alan içinde savurduğu günlük aforizmalar ile bir şekilde anlaşılmamayı ve böylece gerçek veriler konusunda kafa karıştırmayı iyi bildi. Nerden geldiği bilinmeyen gücü ve özgüveni ile zaman zaman aşı tedariki konusunda iplerin kendi elinde olmadığını, çok da sübliminal olmayan mesajlar ile iletti.

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş 2021 yılının da yıldızı olmaya devam etti. Geçmiş yıllarda diyanetin bir “fetva kurumu” olarak yaptığı açıklamalar sosyal medyada gülümsemelerle karşılanmaktaydı. 2021 yılında ise fetva alımı bir Türkiye normali haline geldi. Bir din devletine doğru gidiş tehlikesinin, tek bir konu başlığı ile tartışmaya açılmaması iktidarın elini rahatlatıyordu. Cinsellikten kur korumalı mevduata kadar neyin caiz ya da haram olduğunu ve böylece uygulama alanı bulacağını diyanet belirliyordu.

Erbaş’ın söylem liderliğinde, başta cumhurbaşkanı olmak üzere siyasi rejimin her organı yangından salgına kadar yaşanan tüm sıkıntıların bir “imtihan” olduğunu söylemekteydiler. Biz fanilere itaat etmek ve sabır dilemek düşüyordu. Erbaş, anayasal bir madde olan laikliğe karşı olarak açıkça, inancın insan ile Allah arasında sınırlı olmadığını söylüyordu. 

20 Mart tarihinde İstanbul Sözleşmesi iptal edildi. Temel Karamollaoğlu bir yedek güç olarak yetişip, aileyi yok sayan bu anlaşmanın rafa kaldırılmasından, çöpe atılmasından(!) duyduğu memnuniyeti belirtti. Aile Bakanı bu vesileyle “güçlü kadının yaratıldığını!” savunmaktaydı. Erdoğan’ın da söyleyecek sözü vardı; “dinimizde kadına şiddet zaten haramdı!” 

Artan covid-19 vakaları, ekonomik sorunlar derken özellikle Sanayi Bakanı Varank ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun yıl boyunca sürecek demeçleri gündeme girdi, çıktı! Her iki bakan da “Uçan taksiler”, “Uzayın fethi”, “Siber vatan”, “Ay’a sert iniş”, “Milli ve özgün roketimiz” konularındaki açıklamaları ile beyin yaktılar! Uzay ekonomisinde paranın nerden kazanılacağını bildiklerini söylediler. Oysa elin roketi ile uydumuzun gerdeğe gireceğini görcektik, şimdilik!

Turizm sezonu gelmekteydi ama hem covid-19 hüküm sürüyordu hem de turist konuk olarak göreceğimiz batılı “gafildi!”. Turizm işini “Biz aşılıyız” maskeli reklamlarıyla ve “turistin göreceği herkesi aşılayacağımızı” söyleyerek çözecektik. Ama onlar yine de gafildi! Bizi her fırsatta çökertmek istiyorlardı. Ama ekonomik ve dahi ahlaki olarak çok kötü durumdaydılar. Yılın sonuna doğru raflarının boşaldığını, mağazalarda kuyrukların oluştuğunu cumhurbaşkanından öğrenecektik. Oysa biz şahlanmış, uçuyorduk. Bizi durduramayacaklardı. 

Yaz ayları hem korkunç Manavgat çevresi yangını hem de Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi ve buna bağlı İran sınırından ülkemize yasa dışı giren Afganlar yüzünden sıcak geçecekti. Yangın tahmin edildiği gibi yine siyasi iktidar ve diyanet tarafından “tevekkül” ile karşılandı. Yangın bölgesine giden o bölgenin bakanları birer “eyalet valisi” işlevi görmekteydi. Sivil kurtarma ekipleri orada söndürme işleminden ziyade hızlı bir “boşaltma!” operasyonuna şahit olmuştu.

Afgan sığınmacı ve ardından Türkiye’deki Suriyeli varlığı yeni siyasi tartışmalara konu oldu. Siyasi iktidar ABD ile Afganistan arasında arabuluculuğa hazır olduğunu her fırsatta Amerika’ya göstermeye çalışıyordu. Taliban rejimi ile ters olunmadığı konusunda demeçler verildi. Doğu Perinçek, “Afganistan’da çağdaşlaşma Taliban ile başlayacak!” boyutuna götürdü işi. Hatta daha sonraki aylarda Çavuşoğlu Afganistan ekonomisini çökmekten kurtarmak gerekliliğinden bahsetti! Göçmen ya da sığınmacı deyin, yeni dalga yine milliyetçi söylemleri yükseltti. “Suriyeliler olmasa Türkiye ekonomisinin çökeceğini” belirtenler de vardı.

Ekonomik dengeler Eylül ayında bozulma sinyali veriyordu. Oysa Erdoğan’a göre, eskiden toplu iğne bile üretemezken dünyada en hızlı büyüyen ikinci ülkesi konumuna gelmiştik. Ama “İnşallah enflasyonu kontrol altına alarak fahiş fiyat artışını önleyeceğiz” sözleri geleni görmekte olduğunu gösteriyordu. Nihayet milat sayılacak 23 Eylül’de, “Beş zincir marketin piyasayı alt üst ettiğini” söylemesiyle işaret fişeği verildi. İktidar yeni kriz yönetim planını devreye sokamaya hazırlanıyor olmalıydı. Ama yine de elhamdülillah George ve Hansgillerden çok daha iyiydik!

Sonrası çok yönlü bir algı yönetimi bombardımanıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aralık ayında görülen o müthiş dalgalanma ve yokluğa, “Rabbim ürünlerden eksiltmekle sınar” sözleriyle yorum getiriyordu. Nas yani tanrı buyruğu neyi gerektiriyorsa ona göre önlem almaktaydı. Yoksul kitleyi ya sopa ya da tevekkül ile yönetecekti. Mehmet Barlas gibiler “Yokluk yok, yalnızca hayat pahalı” deme cüretini bile gösterdi. Akit, görülenin şer ittifakının zam kampanyası olduğunu söyledi. Daha düşük profilli, siyasi açıdan söylemleri yüzünden zarar görmeyecek, görse bile feda edilebilir milletvekillerine, “Zamlara alışacaksınız” dedirttiler. Sokaktaki taraftarlar ise çökmekte olan rejime akıl dışı söylemler ile destek veriyorlardı. Sosyologlar bunu “Sağcılığın şizofrenik ruh halleri” olarak tanımladı. 

Nihayet yıl biterken dillere pelesenk edilen, bir yıl boyunca bir başarı öyküsü olarak sunulmayı bekleyen TURKOVAC aşısına onay verildiği açıklandı. TURKOVAC da tıpkı yerli ve milli araba TOGG gibiydi. Aceleye getirilmiş, nerede denendiği meçhul olan bir siyasi övünme nesnesi olarak piyasaya sunulmuştu.

Son olarak 31 Aralık geceyarısı, elektrik başta olmak üzere gelen fahiş zamlar nasıl bir yıl yaşayacağımızın en büyük göstergesi olmuştu…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları