Feyzi Açıkalın

Yaşlılar sürünün neresindeler?

29 Mart 2020 Pazar

Koronavirüs günlerinde sürü bağışıklığı, “sosyal mesafe” gibi yepyeni kavramlarla tanıştık. Hastalıklı, anormal durumları betimleyenDistopya” ise günümüzü açıklamak için yeniden dolaşıma girdi.

Ama en ilginci “yaşlılık”ın tanımlanması oldu… Başta devlet ricali olmak üzere herkes 65 yaş üstünün yaşlı olduğu konusunda fikir birliğine vardı. Ama bu kez “yaşlıyı sev, onu koru” naif sevecenliği yerine, daha hoyrat bir -sözümona- korumacılığa gidildi.

Aslında adlandırmada kafa karışıklığı vardı. Batılı, yaş kelimesini kullanmadan, yaşlıya “adult” diyerek işi çözmüşken, biz bunu “yetişkin”diye bir türlü tercüme edemedik. Hatta, yaş almışlar” gibi tuhaf çözümlere bile gittik…

Resmi ağızlar belki de bilmeden 65 yaş üstünü, sosyal medyada görünerek ancak varlıklarını sağlayabilen bir kitlenin kucağına attı. Bu mecranın nobran kullanıcıları, ellerine sunulan malzemeyi(!) paçavraya çevirdi…

65 yaş üstü travmalarla büyümüş bir kuşaktı. Dünyayı kasıp kavuran bir salgını göğüsleyecek deneyimde olduklarını zannediyorlardı. Görmüş geçirmişlikleri yalnızca durumun vehametini çabuk anlamakta işe yaradı. Ama ölümün görünmeyen sarı yüzünü hissedince paniklediler…

Kriz yönetimine olan güvensizlikleri, geçmişteki deneyimlerine bağlı olarak kaygıya yol açıyordu. Salgının, herhangi bir karantina önlemi almadan “doğal ayıklama” yöntemi ile normalleşmesi bekleniyorsa, “kalan sağlar içinde yer alamayabilecek olmaları” onlarda kaygıyı çoğaltmaz mıydı? Bu kaygı onların bağışıklık sistemini çökertmez miydi?

Adı geçen sürü bağışıklığı kavramının neresine oturuyorlardı? Sürünün başını çeken koca teke yani “kösem” miydiler? Yoksa Serengeti Doğal Parkı’ndaki Mara ırmağını göç ederken geçmek zorunda kalan “antilop” muydular? Hani şu güçsüz olanlarının, sürünün arkasında kalanlarının timsahlara yem olduğu hayvanlar…

Krizi yönetenlerin, maddi dünyaya ait salgın hastalık gibi somut bunalımları, rahlesinden geçtikleri ruhani ve dinsel dünya içinde yorumlayıp, kaderci çözümlere yönelmeleri yaşlıları korkutmaktaydı. Hatta otoritenin, salgının toplumda yaratacağı yıkımı umursamaksızın, bekasını koruma adına kendi ajandasını sürdürmesi dehşet vericiydi.

Bir diğer endişeleri de, kriz sonrası yeniden kurulacak bir dünyadaki modern yaşam modellerine hazırlanmak varken, kişisel özgürlüklerin askıya alındığı bambaşka bir Türkiye’ye uyanıyor olmaktı. Krizden fırsat yaratmış, daha totaliter bir düzene…

Sendikal faaliyetlerin durdurulduğu, toplu sözleşme ve grev hakkının kaldırıldığı; her türlü çevre talanının yasallaştığı; etnik baskıların yoğunlaştığı; adaletsizliğin, yolsuzluğun yaygınlaştığı; ahlaki erozyonun hız kazandığı; insan haklarının askıya alındığı; kişisel hak ve özgürlüklerin yok edildiği distopik bir ülkeye uyanmak…

Yaşlılar evde kalmaları çağrısına uyarak, 17. Yüzyıl veba salgını sırasında Newton’un inzivada yaptığı gibi yer çekimi kanununu bulsalar; Shakespeare gibi Kral lear’i yazabilseler gam yemezlerdi. Günde on kez yüzlerine ilan edilen yaşlılıkları yetmezmiş gibi, bir de camilerden yükselen selalarla öbür dünyaya hazırlıklı olmalarının istenmeleri onları verimsiz kılmaktaydı. Yoksa neler yapacaklardı…

Şaka bir yana, adı geçen yaş gurubunun bir tesellisi vardı; krizin aynı tevellütteki baş yönetmeni de onlarla aynı korkuları yaşıyor olmalıydı. Korkunun kardeşliği tamamdı da, bir de tedavisi konusunda birleşebilseydiler…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları