Muhasebe Zamanıdır

27 Haziran 2018 Çarşamba

Yaklaştığı uzmanlarca hep söylenen, belirtileri, (en popülerleri; döviz kurları, faiz, dış borç, enflasyon) gözle görülebilen ekonomik kriz genel olarak heyecan kaynağıdır. Aslında iktidar da muhalefet de konunun yakıcılığının farkında değil. “Krizle kim baş edebilir” sorusuna kısaca “ben” diye yanıt vermeyi yeterli sayıyorlar. Olmadığı görülecektir.

***

AKP’nin itiraf edilmiş yorgunluğunun, pek çok yorumcunun, ki aralarında ben de varım, değişim için fırsat yaratabileceğini düşünmesine yol açtı. Tamam, siyasi kadro yorgundu ama güçten düşmemişti, tersine devlete hâkimdi. Muhalefetin ilgi alanı dışında kalan seçmenlerin bir kesimini oluşturan “tüketici” kitlenin ağırlıklı olarak yoksullardan oluştuğu, “ekonomi” ile yakından ilgilendiği de söylenebilir. Bu “ekonomi” AKP tarafından korunup kollanan, beklentileri sınırlı, “krizden muaf” mutfak ekonomisidir. Bu kesimler statükonun, mutfağın bu halinin korunmasına önem verdiler.

***

Yüksek tansiyona benzer bir başka hastalık belirtisi de sağlam nedenlere dayanmayan ama vazgeçilmesi olanaksız “umuttur”. Ergin Yıldızoğlu, “umudun değeri abartılan bir duygu olduğu” kanısında. “Öfke ve gereğini yapma arzusunu” daha önemli buluyor. Doğru, ama ben “öfke” ve “eylemin” umut olmadan işlevselleşemeyeceği kanısındayım. İçerideki “dış etkenlere” güvenmeye bağlı kof umudun konformizme yol açması da olasıdır. Sosyalist solun dışarıdaki “dış etkenlere” güven duyması pek olası değildir ama içeride muhalefete gereksiz güven duyulduğu bir gerçektir.

***

Yüksek tansiyonun, sağlıklı düşünmeyi engellediğini, çok önemli sayılmasa da hatalara yol açtığını kabul etmek gerekir. Benim yazılarımda sık sık kullandığım “dip dalgası” analizi bunlardan birisidir; yanlış değildi, seçmenlerin önemli bir bölümünün siyasi görüşlerini açıklamak istemediklerini gösteren araştırmalara dayanıyordu; abartılıydı, kimliği belirsiz, kolektif bir ses, homurtu gelmiyordu derinlerden. Yine de yüzde 50’lik hoşnutsuz kitle orada duruyor, üstelik eskisine göre daha heyecanlıdır.

***

Bir başka, belki de daha önemli hata ise güncel siyasetin dışına çıkarak gelişmeleri değerlendirememek oldu. Bunun için sınıf pusulasını hep sağlam tutmak gerekiyor. Aynı zamanda siyasi gelişmelerden kopmamak, onların doğru çözümlemesini yapabilmek için de bu topraklara sağlam basmak zorunluluğu var. Her ikisinin eksikliğinin ayrı ayrı solun saflarında görüldüğünü, hariçten gazel okuyan bir sol yorumcu olarak kendimi da ayırmadan, söylemekte büyük yarar var. Zor olsa da teoriye sırtını dönmemek ya da hep yukarlardan bakmamak mümkündür.

***

Şimdi ne olacak? Geldiğimiz noktadan devam edeceğiz. Türkiye’nin, geleceği sosyalizm bakış açısıyla kurmak isteyenlerin çözmesi gereken büyük sorunları var. O sorunların çözüm yollarının sürekli olarak açıklanması, mümkünse örneklenmesi, üstünden atlamanın geleceği geciktirmeye yarayacağının bilinciyle hareket edilmesi solu geliştirmez miydi? Sol parti, hareket, grup artık her neyse bu ya da benzer konuları tartışmanın yolunu bulabilirler. Peki bunun için hasım değil hısım olduğumuzu anımsamak işe yarayabilir mi? Bir de kuşkusuz kendimizi abartmamayı, söylemde en çok buna özen göstermeyi öğrenemez miyiz?

***

Aktivist, kitle örgütü yöneticisi, sendikacı, akademisyen bir grup değerli dostumuz, arkadaşımız Meclis’e girdiler. Onlardan beklenti yüksek olacaktır. Yetkisi, sorumlulukları azaltılmış olsa bile Meclis’te de arkadaşlarımıza çok iş düşecektir.
Meclis’in tansiyonunun sürekli yüksek tutulması, bu önemli kürsünün halkın kürsüsüne dönüştürülmesi pek hoş, pek güzel olacaktır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları