Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Sığınmacıların yeni vatanı: Türkiye

08 Mayıs 2022 Pazar

Bir gerçek artık gün ışığında! Evet, ülkemizdeki sığınmacı sayısı bilinmiyor. 10 milyona yaklaştığı söyleniyor ve bizim zaten olanakları kıt bütçemizden ne kadar bir payın sığınmacılar için ayrıldığı da bilinmiyor. Bir karanlık kuyu. Ve tüm Batı’da olduğu gibi sığınmacıların defolup gitmesini isteyenler çoğalıyor.

Benim sığınmacılarla tanışmam ilk kez, İspanya’da bir balık pazarında olmuştu. Salaş bir lokantada yemek yerken hemen yanımızdaki bir masaya Pakistanlı göçmen bir aile oturmuştu. Karıkoca, bir de minik oğlan. Onları yemek yerken izledim; annenin gözleri, oğlunun küçücük ağzına tombul bir balık parçasını koymaya çalışırken mutluluktan ışıldıyordu. Birden düşündüm, belli ki Pakistan’ın o koyu karanlığından gün ışığına çıkmışlardı. Karayoluyla boydan boya geçtiğim Pakistan’da Lahor kenti dışında sokaklarda kadın göremezsiniz, mağara bozması eczanelerde sadece günü geçmiş antibiyotikler ve şişe su satılır. Yoksul erkek çocukları zengin erkekler tarafından satın alınır, önce dansözlüğe zorlanır, ergen olduklarında da sırayla badelenirler; gelenekmiş (!). Kızlar regl olur olmaz evlendirilirler. Bu aile kim bilir ne yollardan, ne zorluklardan sonra İspanya’da balık yiyordu. Baba 12 saat garsonluk yapıyormuş, kaçak çalışıyormuş umurlarında değildi, ailecek balık yiyorlardı. O kadar.

O zamanlar ülkemizde sığınmacılar yoktu, sığınmacılarla ilk kez bir Assos sabahında karşılaştım. Sahil Güvenlik onları biraz ötede sahile çıkmaya çalışırken kurtarmış, çünkü botları Yunan sahil güvenliği tarafından vurulmuş. İçlerinde üç aylık bir bebe de vardı. Hemen otellere haber salındı; elbiseler, battaniyeler ve bebeye süt getirildi. O zamanlar şöyle düşünmüştüm:

“Biz çok yufka yürekliyiz, bu ne güzel bir özellik!”

Ama bu güzel özelliğimiz tahmin bile edemediğimiz olaylarla usul usul yok oluyor. ABD ve İsrail’in taşeronu olarak Suriye ile girdiğimiz savaşta tahmin edemediğimiz şeyler oldu. Esad üç günde esir alınmadı ve biz sınırlarımızı savaştan kaçan Suriyelilere açtık. Gelenlerin içinde IŞİD militanları da vardı, fırsat bu fırsat diye Türkiye’ye kapak atarlar da. Önceleri her şey yolundaydı, kamplar kurduk, tüm yardım kurumları el ele verdi. Onlar savaştan kaçıyorlardı; kiminin babası, kiminin oğlu savaşta ölmüştü, kiminin kız kardeşi IŞİD tarafından esir alınmış pazarlarda satılıyordu. O günlerde Suruç’ta kurulan bir kampa gitmiştim. Çadırların birinde çok yaşlı bir adam, sürekli IŞİD’in eline düşen gelini için ağıt yakıyordu. IŞİD’in elinden zor kurtulan bir genç kadın öylece hiçbir şey yemeden, tek kelime etmeden uzaklara bakıyordu ve çocukların topu patlaktı. Onlarca gönüllü kurulan yemek çadırlarında çalışıyor, üniversiteliler çocuklar için tiyatro yapıyordu. Dayanışma, kardeşlik insanı ağlatacak kadar yoğundu.

Ama zamanlar geçti, Suriyeliler kentlere dağıldılar ve çoğu ucuz işçi oldular. Antep’te “Biz artık buralarda yabancı olduk” diye yakınan bir ayakkabı yapımcısının atölyesine girdiğimde ucuz işçi olarak çalıştırılan dört sığınmacıyla karşılaşmıştım. Urfa’da yirmi kadar kadının peçelerini sonuna kadar çekmiş, anayolda oturduğunu gördüm, “Ne bekliyorsunuz” diye sordum. Peçesinin altından biraz Türkçe bilen kadın anlattı: Bankadan gelecek paralarını bekliyorlarmış, evet bir adam bunu iş edinmiş banka kartlarını her ay toplayıp o paraları çekiyormuş ve tabii bir miktar para da kendine ayırıyormuş. Kadınlara “Ne iş yapıyorsunuz” diye sorduğumda, gülerek “Bizi alacak bir herif bekliyoruz” demişlerdi.

Evet; belirsiz, çıkara dayanan göç politikamız, bizim başımıza epey iş açtı, açacak da! İran üzerinden ülkeye elini kolunu sallayarak geçen Afganların nerede ne yaptığı bilinmiyor. Geçenlerde okudum, bir ilçede o gün 24 çocuk doğmuş ve 20’sini Suriyeli anneler doğurmuş. Genç bir arkadaşım bir iyilik meleğidir, Bursa’da ailecek baktıkları bir aileyi anlattı. Baba savaşta ölmüş, kadın dört çocuğuyla kaçmış, Bursa’da mahalleli yeniden evlenen ama kocası çalışmayan kadına bakıyorlar. Bir gün kadın benim arkadaşımın annesine gelmiş, ağlayarak “Ben artık doğurmak istemiyorum, bunun bir çaresi var mı” diye sormuş; anne de hemen paltosunu giyip kocasından habersiz kadını bir sağlık ocağına götürmüş. Gereken yapılmış ve kadın, “Biz bunları hiç bilmiyorduk” diyerek arkadaşımın annesine uzun uzun dua etmiş.

Şimdilik durum bu! Bu arada Nijeryalılar da Türkiye’yi çok sevmeye başladılar. Haklılar, bu topraklar sevilmez mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları