Jale Özgentürk

Kamu-halk işbirliği

11 Eylül 2020 Cuma

Dünyada özelleştirme rüzgârı sona ererken mülkiyette yeni bir model önerisi

Salgınla birlikte devletin rolü yeniden sorgulanıyor. Murat Karayalçın, 1990’larda başbakan yardımcısı iken gündeme getirdiği ancak anlaşılamayan kamu-halk işbirliği modelinin zamanının geldiğini söylüyor. 

“1980’lerde başlayan özelleştirme furyası ve bu yolla devleti ekonomide küçültme düşüncesi dünyada kendini tüketmiştir.”

Bu sözler 18 yıllık iktidarında Petkim, Tüpraş, Türk Telekom, Erdemir gibi Türkiye’nin en değerli şirketlerini özelleştiren, geride birkaç kamu bankası dışında pek bir şey bırakmayan AKP iktidarının yeni sığınağı Türkiye Varlık Fonu’nun CEO’su Zafer Sönmez’e ait. 

Sönmez, özelleştirmeden vazgeçtiklerini söylediği açıklamasında Varlık Fonu’nun başrolde olacağı anlaşılan yeni modeli, “Özel sektörün ölçeğinin yetmediği alanlarda yatırım yapan ya da doğrudan yatırımcı çeken ve bu yolla hem ölçek büyüten hem de piyasa yapısını değiştiren bir rol oynayacağız” diye anlatıyor. 

Yani seçilen bir patronun gücünün yetmediği yerde garantili yatırımcı bulmak ya da kaynak aktarmak. Aslında bunun örnekleri bir süredir yaşanıyor. BMC’yi Ethem Sancak’a verip sonra da Katarlı ortak bulmak gibi.

Sönmez’in dediği gibi özelleştirme 1980’lerde Turgut Özal’la başlayan serbest piyasa ekonomisinin en önemli ayağıydı. Özal’ın hedefi de satılmadık kamu malı bırakmamaktı. 

Ardından gelen iktidarların politikalarının temelinde de dünyada da tartışılmaz bir doğru olarak görünen özelleştirme oldu. 

1990’larda farklı bir model ile özelleştirilen bir kamu kurumundan söz etmiştim geçen yazımda. 1936’da Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük öngörüsü ile kurulan ve fabrika yapan fabrika olarak tanımlanan Karabük Demir Çelik’in hikâyesinden... 

DYP-SHP koalisyonunda Başbakan Tansu Çiller’in yardımcısı ve modelin mimarı Murat Karayalçın aradı. 1 TL’ye çalışanlara ve yöre halkına devredilen Karabük Demir Çelik’in sonradan başarısız olan hikâyesini kendi cephesinden anlattı.

Özyönetim çözüm mü?

“Siyasi, iktisadi, mali koşulların olağanüstü kötü olduğu, terörün olağanüstü yoğunlaştığı bir ortamdaydık” sözleriyle hatırlatıyor o günleri Karayalçın. 

Böyle bir dönemde kamu yönetiminin kimi yenilikleri tasarlayıp sergileyebilmesinin bunun da kamuoyunca yeterince algılanıp değerlendirilebilmesinin çok zor olduğunu anlatıyor. 

Karabük Demir Çelik’in kapatılması gündemdeyken SHP olarak farklı bir modeli gündeme getirdiklerini anlatan Karayalçın, o dönemde fark edilmeyen yeni bir mülkiyet yapısını denediklerini söylüyor. Bu modeli de “kamu-halk işbirliği” olarak tanımlıyor. Karabük Demir Çelik’te fabrikanın çalışanlara ve yöre halkına 1 liraya devredilmesi dönemini de şöyle anlatıyor:

“Karabük fabrikasının işletme giderleri, borç yükü aşırı yüksekti. Devletin kendisi de büyük mali sorunlarla karşı karşıyaydı. Çok gerekli olan kontini kütük gibi teknolojik yatırımlarının yapılması ise imkânsızdı. DYP, kapatma ya da özelleştirilme seçeneklerini hükümetin gündemine getirdi. SHP yeni bir öneri getirdi. Devlet fabrikanın birikmiş borçlarını üstlenecek, fabrika simgesel bir bedel karşılığı işçilere devredilecektir ve işciler pay senetlerini üç yıl devredemeyecek, satamayacaklardı.”

Karayalçın yeni yapının amacının mülkiyeti başta Karabük esnafı ve küçük sanayicisi olmak üzere tabana yaymak olduğunu söylüyor. “Amaç bir özyönetim modeliydi. Ancak siyasi nedenlerle iktidardan ayrılınca başarısız oldu. Bu örnek maalesef çıkamadı.”

Karayalçın o günlerde SHP’nin sesini pek duyuramasa da geliştirmeye çalıştığı yeni mülkiyet anlayışının bugün büyük bir önem taşıdığını düşünüyor. Şunları söylüyor:

“Şimdilerde iki çok büyük dönemeçten geçiyoruz. Küresel salgın ve sanayi 4.0 diye adlandırılan üretim sistemi. Küresel salgın yeniden kamu yararı kavramını ve nitelikli kamu hizmeti üretimini öne çıkarıyor. Sanayi 4.0 ise istihdam ve artı değerin paylaşım konularının yeniden belirleneceği bir dönemi getiriyor.”

Karayalçın’ın dediği gibi dünya bu kez sarsıcı bir dönemeçten geçiyor. Patlayan işsizlik, iflas tsunamisi devletleri korkutuyor. Kapitalizm çöküyor da yerine ne gelecek belli değil. Bu nedenle yeni modellerin tartışılması çok önemli!

Bir hikâye anlatıcısı 

Bülent Bey’i ve Eczacıbaşı ailesini yıllardır tanırım. Türkiye’de bir burjuva kültürü tarihi yazılacak olsa, Eczacıbaşı adı olmadan yazmak mümkün olmazdı. 

İKSV’nin, İstanbul Modern gibi kurumların doğumu ve yaşamasında onların kararlı, ısrarlı çabaları ve destekleri var. 

Bülent Bey’in, fotoğrafa ilgisine yurtdışı fabrika ziyaretlerine katıldığımda birçok kez tanık olmuştum. Fotoğraf makinesini yanından hiç ayırmayan Bülent Bey’in amcası fotoğraf sanatçısı Şakir Eczacıbaşı gibi bir “fotoğraf yolculuğuna” çıktığını ise bilmiyordum. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan basılan “Yoldan - From the Road” kitabıyla öğrendim. 

Bülent Bey bu kitapta, yıllardır dünyanın farklı ülkelerinde ve yollarında biriktirdiği fotoğrafları bizlerle paylaşıyor. Bizi, iyi “sokak fotoğrafı” örnekleriyle, çoğunluğu insan suretlerinden oluşan keyifli ve heyecan verici bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitabı açtığınızda sizi İbn Battuta’nın şu sözü karşılıyor: “Yolculuk, insanı önce sözsüz bırakır, sonra bir hikâye anlatıcısına dönüştürür.”

Bülent Bey iyi bir hikâye anlatıcısı olmuş. Ve ondan başka hikâyeler de bekliyoruz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Harç bitti yapı paydos 17 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları