Artık nihayet görüldü, henüz görmemiş olanlar varsa onlar da görsün: Bildiğimiz AKP Türkiyesi dönülmez akşamın ufkundadır; bugünkü bedbaht Türkiye’den yarına hep birlikte, barış içinde yaşayıp çocuklarımızı güvenle yetiştirebileceğimiz demokratik bir Türkiye’ye varırsak, Mustafa Kemal Atatürk o ülkede yol gösterici ortak değerlerimizin başında gelecektir.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi 10 Kasım konuşmasından sonra artık başka türlü düşünmemiz mümkün değil.
Erdoğan sadece Cumhurbaşkanı değil, Türkiye’deki “siyasal İslamcı ana akım”ın da lideri...
İşte bu bakımdan geçen 10 Kasım’da söyledikleri çok önemliydi.
Neden önemli olduğuna geçmeden önce ne dediğini hatırlayalım:
“Milletimizin soyadı olarak kendisine verdiği Atatürk konusunda da hiçbir sıkıntısı olmadığını gayet iyi biliyoruz.”
“Geçtiğimiz yüzyılın o sıkıntılı döneminde her ülkenin kendine göre bir lider ortaya çıkardığını ve kurtuluşu onun öncülüğünde aradığını görüyoruz. Bu liderlerden pek azı ülkesini arzu edilen zaferlerle tanıştırabilmiş, istenen başarılara ulaştırabilmiştir. Hiç şüphe yoktur ki Atatürk işte bu liderlerden biridir.”
“Birileri çıkmış biz Atatürk’e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir.”
“Atatürk’ü sadece anmakla kalmamalı, anlamaya da çalışmalıyız.”
Konuşmalarında “Atatürk” adını genellikle anmayıp “Gazi Mustafa Kemal” demekle yetinen bir lider, geçen 10 Kasım’da Atatürk’ü birçok kez zikretmekle kalmamış, bu soyadını ona “milletin verdiğini” de nihayet kabul etmiştir.
Daha bir yıl kadar önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Lozan Antlaşması’nın “zafer diye yutturulmaya çalışıldığını” söylemiş bir liderin ağzından, “geçen yüzyılın sıkıntılı dönemlerinde Atatürk’ün ülkesini istenen başarılara ulaştırabildiği” gerçeğinin ifade edildiğini duymak haz vericidir.
Bu hazzı yaşamayı hak etmedik mi?
Hem de sonuna kadar hak ettik.
“Atatürk’ü sadece anmakla kalmamalı, anlamaya da çalışmalıyız.” diyebilen AKP lideri ve Cumhurbaşkanı, bilmelidir ki bu hususta Türkiye’ye en büyük katkıyı, başında olduğu siyasi misyon son 15 yıldaki icraatıyla yapmıştır.
Atatürk ve Atatürkçülüğün bu ülke için anlamı ve önemi, Türkiye’nin çok partili hayata geçmesinden bu yana ilk kez gerçekten anlaşılıyorsa bunu AKP’ye ve liderine borçluyuz.
Atatürkçülük, bilimsel düşüncenin idarede, eğitimde ve kalkınmada esas alınmasıdır, insanlığın bir arada barış içinde yaşayabilmek için bulabildiği yegâne yol olan laikliktir, yurttaşların cumhuriyetidir, kadın-erkek eşitliğidir, kültürdür, çağdaş uygarlık ile bütünleşmektir ve “Yurtta barış, dünyada barış”tır.
Evet, AKP iktidarı bütün bu saydıklarımızın 180 derece tersini giderek artan biçimde yapıp bu ülkeyi çöküşün eşiğine getirmiş ve bu yüzden, ya da “bu sayede” mi demek gerekir, Atatürk’ün değerinin anlaşılmasına ve onu benimseyenlerin küçümsenemeyecek nispette çoğalmasına en büyük katkıyı bizatihi vermiştir.
“Her şerde bir hayır vardır” denir ya, bu iktidarın şerrindeki hayır da Atatürk’ün nihayet doğru biçimde anlaşılmasına vesile olmaktır.
Ve hepsi bundan ibarettir; yoksa, lider ve partisi nihayet “Atatürk” dedi diye Atatürkçü olmuyor.
İktidarın Atatürk manevraları üç durumu işaret ediyor.
Birincisi, AKP’nin muhafazakâr ve fakat kendisini bir biçimde Atatürkçü olarak da tanımlayan, Atatürk’e yapılan saldırılara tepkili ve Meral Akşener’in Cumhuriyet değerleriyle barışık olduğunu söyleyen İYİ Parti’sine gidebilecek bir seçmen kesimini elde tutma çabasıdır.
İkincisi ki bu esaslı ve tarihsel niteliktedir; iktidarın ideolojik ve moral bakımdan bitip tükenmiş olmasıyla ilgilidir. Ana akım İslamcılığın mirasını temsil edenler, kuruluşundan beri tahkir ve istihfaf ederek savaştıkları bir sembole şimdi siyasi selametleri için ellerini uzatıyorlar.
Üçüncüsü, bir değerler bütünü olarak Atatürk’ün manevi şahsiyetine dokunurlarken onun önem ve anlamının içini boşaltmak niyetindeler. Çünkü bunu, bildiklerini okumaya devam ederken yapıyorlar, özellikle de eğitimde... Sathi ve demagojikler.
İktidarın, geçmişte Atatürk’ün anısına yaptığı saygısızlıkla övünmüş medya görevlilerinden biri, devran döndükten sonraki bir canlı yayında “İzmir Marşı”nı söylemiş. Ne güzel. Bu yazının başlığı da kendilerine nazire olsun.
Mehter marşıyla gelip İzmir Marşı’yla gitmek
Yazarın Son Yazıları
İdlib’de yüzleşmek
Osman Kavala’nın sakin mağduriyeti
Yapay zekâ ABD’yle krizi çözer mi?
Türkiye’nin tam teşekküllü krizi
24 Haziran’daki ‘uçan mürekkepli mühür’ palavrasını en çok kim yaydı
Hızlı ve geçici iktidar
Muhalefetin bir numaralı sorunu medyadır
24 Haziran’ın sürprizi MHP değil, ‘münafıklar’
Bu seçimin galibi halktır
24 Haziran’ın dört kesin sonucu
‘Oylarınızı çaldırmayacağız’
Mantar tabancası patlasa da sandığa
İnce, Erdoğan’ı iktidardayken ‘indiriyor’
Korkan iktidar korkutarak oy istiyor
Erdoğan, ‘Bay Kemal’den neden vazgeçemiyor?
Muharrem İnce fenomeni
24 Haziran’da iktidarın işi artık daha zor
Türk Lirası’nı kim çökertti?
Üç yıl sonra HDP yine anahtar
Dinamizm tamam Umutlar tamam Moraller tamam
Muharrem İnce’yle bozulan mezhepçilik oyunu
Basın özgürlüğü neden alerji yapıyor?
Atı alan Üsküdar’a geçecek mi?
İç ve dış krizlerden önce baskın seçim
Cihatçılar da Türkiye’ye havale
ABD, İngiltere ve Fransa'nın ortaklaşa gerçekleştirdiği Suriye Operasyonunundan ne anlamalıyız... Sınırlı saldırı Ankar'nın pozisyonunu etkiler mi, Esad rejimini güçlendirdi mi, harekatın zamanlaması manidar mı, harekat Putin'e de bir mesaj mı, İngiltere Başbakanı May kısa yolu mu seçti?
Şimdiki mesele kimyasal silah değil
Hürriyet’e veda ve teşekkür
Doğan Grubu’nun imhası, ana akım medyanın sonu
Afrin ve ötesi
Seçimi boykot, havlu atmaktır
Arkadaşlarımızı hapiste tutarak hiçbir şey kazanamazsınız
İdlib’e dikkat
TSK Suriye’den neden çıkmaz?
Suskunluk sarmalındaki Türkiye
Uğur Mumcu’yu anmak, yalana teslim olmamaktır
Afrin savaşının öteki cephesinde durum
Zor, Suriye’de oyunu bozar mı?
Ölmüş bir gazeteciden ‘Sayın Yetkili’ye mektup:
Türkiye-ABD: Krizin kara yılı başladı