Mine G. Kırıkkanat
Mine G. Kırıkkanat kirikkanat@mgkmedya.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Kesik Ucun Esrarı

03 Kasım 2013 Pazar
Geçen ekim ayının ilk günü, Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi
AKPM’nin üye ülkelere yönelik bir
tavsiye kararı, olanaksızı başardı.
Müslümanlarla Yahudiler, ilk kez aynı
fikirde uzlaşıp aynı safta buluşarak,
karara aynı şiddet ve hiddetle karşı
çıktılar.
Bırakın Avrupa’daki Müslüman ve
Yahudi cemaatlerinin hiç alışılmadık
güç birlikteliğini, İsrail ile Arap
ülkelerini bile “aynı yoldan geçmişiz
biz” makamında eşleştiren böyle bir karar
neydi, neye dair olabilirdi, sizce?
Elbette sünnet konusunda ve erkek
organına dair…
AKPM’nin aralarında Türkiye’nin
de bulunduğu üye ülkeler açısından
“şimdilik” bağlayıcı olmayan karar metni,
özetle şöyle:
“Meclis, Avrupa Konseyi’ne üye
ülkeleri, günümüzün dini cemaatlerinde
oğlan çocuklara yaygın biçimde ve
tıbbi anlamda gerekli olmadan yapılan
sünnet gibi uygulamaların geçerlilik
koşullarını açıkça belirlemeye; ve benzer
müdahalelerin çocuğun fikrini belirtecek
yaşa gelmeden yapılmaması için gerekli
hukuki önlemleri almaya davet eder.”
***
“Çocukların fiziki bütünlük hakkı”
çerçevesinde alınan karar, AKPM’de
13 ret ve 15 çekimsere karşı, 78 kabul
oyuyla resmileşmiş. Tam kapsamlı
metinde, Avrupa’da kız çocuklarına
uygulanan sünnetin, cinsiyeti belirsiz
çocuklara cerrahi müdahale ya da erken
yaşta yapılan estetik ameliyat, hatta
dövme ve “piercing” (deldirme) gibi
uygulamaların yasaklanması da isteniyor.
Kısa erimde hiçbir yaptırım gücü
olmayan kararın, tabii ki fikir babası yok,
fikir anası var: Alman sosyal demokrat
parlamenter, Marlene Rupprecht.
İslami ve Musevi cemaat liderleri,
kız çocukların sünnet edilmemesi
gerektiğinde hemfikir. Fakat oğlanların
sünnetini “tıbbi zorunluluk” ve “bireysel
karar yaşı koşuluna bağlamaya şiddetle
karşı çıkıyorlar. Gerekçeleri, belli:
Sünnet, binlerce yıllık din geleneğidir,
ama sağlığa yararı da bilimsel olarak
kanıtlanmıştır.
Kuşkusuz haklılar.
Ne var ki, AKPM kararını salt bu
gerekçelerle değil, ırk ayrımcılığı
yapmakla da suçluyorlar. Zaten İsrail
Dışişleri Bakanı bu noktada işe karıştı
ve AKPM’nin, “Avrupa’da ırkçı ve kinci
eğilimleri arttıran” kararını geri almasını
talep etti.
***
Kabul edilen metnin raportörü ve fikir
anası Marlene Rupprecht ise, aynı fikirde
değil. Biricik amacın, çocukların
fiziki bütünlüğüne yönelik her
tür tacizi engellemek olduğunu
savunuyor. Rupprecht’e göre üye
ülkelerin yapması gereken, kız
sünnetini resmen yasaklamak ve
oğlan sünneti için de çocuğun
bizzat karar vereceği yaşa
gelmesini beklemek.
Kuşkusuz o da haklı.
Yani herkes belli bir açıdan haklı,
ama doğru kim, tartışılmaz doğru
nerede?
Çocuğu, dinsel ve kültürel anlamda
içine doğduğu topluluğun bir parçası gibi
görenlerin doğrusu; elbette geleneğe
uymak gereği. Dolayısıyla zorunlu sünnet.
Çocuğu, dinsel ve kültürel anlamda
içine doğduğu topluluktan bağımsız
bir birey olarak düşünenlerin doğrusu;
elbette özgür iradeyle ret ya da kabul
hakkı. Dolayısıyla erişkin yaşta, kişisel
isteme bağlı sünnet.
***
Sünnetin ne kadar erken yaşta yapılırsa
travmasının o kadar kolay atlatılıp ama
geri dönüşü olmadığı; özgür iradeye
bağlanırsa da yaş ilerledikçe zorlaştığı
düşünülürse, gerçekten iki ucu cıs bir
değnekten söz ediyor olabiliriz.
Ama sünnete dair böylesi sorgulamalar
bizimki gibi yüzde 99.9 Müslüman
toplumları hem ilgilendirmez, hem de
yorar!
Zaten benim ilgimi çeken de bizzat
sünnet eylemi değil. Sünnetli toplumların
niçin bireyi kolektif uyuma zorlarken,
sünnetsiz toplumların aynı bireyi
neden illaki “özgür irade”ye bağladığını
anlamaya çalışıyorum.
Sonracığıma, kadınların saçı, başı ve
sosyal alanda işgal ettikleri yerin, sünnet
geleneğini benimseyen toplumlarda
hâlâ sorun oluştururken; sünnetsiz
toplumlarda giderek daha çok özgürlük
ve eşitlik hakkı edinebildiğini fark ettim.
Ve bu farkındalık, ister istemez bir
soruya dönüşüyor: Acaba sünnet
mi daha baskın bir erkek egemenliği
yaratıyor?
“Erkeklik gücü, kadınları
güç sahibinin sultasında
tutabilmek için özenle
uydurulan bir masaldır.”

HENRI BARTE
Diyeceksiniz ki
Yahudiler de sünnet
geleneğini izliyor, ama
erkek egemen toplum
sayılmaz.
Unutmayalım ki
İslamiyette haram olan ne
varsa, önce Yahudilikte
var ve “kascher” ile
“helal” arasında da
hemen hiç fark yoktur.
Kadın saçını ilk
yasaklayan ve evlenen
kadına saçını kazıtıp ya
peruka ya da başörtüsü
takmasını şart koşan da
“Hassidik” diye anılan
Ortodoks Yahudilerdir.
Bu çevreler de zaten
erkek egemen cemaatler.
Simone de Beauvoir,
İkinci Cins başlıklı
kitabında, annelerin
oğlan çocukların cinsel
organlarından bağımsız
bir alter ego (ikinci
benlik); “ait olduğu
kişiden daha becerikli,
daha kurnaz, daha zeki
bir minik adam” diye söz
ettiğini yazar.
Eğer doğruysa,
kadınların sosyal alandaki
kaderini, sünnetli ya
da sünnetsiz “minik
adamları” yaratan
annelerin ördüğünü
söyleyebiliriz.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdolabı sendromu 7 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları