Sevgili Aydın

07 Ağustos 2022 Pazar

Bu satırları biricik oğlun Can için yazıyorum. 

Cenazede, “Bana babama dair öyküler anlat!” dedi...

Baştan başlayalım o zaman. Sıra dışı bir vesileyle tanıştık. 68 yılı olmalıydı.

O yıl Betül Mardin, İstanbul’da ilk kez düzenlenen Uluslararası Ticaret Odası Kongresi’nin organizasyonunu üstlenmişti. 

Soğuk Savaş Türkiyesi o dönemde kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi. 

Öyle ki yolu hasbelkader Türkiye’den geçen turistler bile, henüz uçak merdivenlerindeyken -dehşet saçan!- davul zurna ve kılıç kalkan oyunlarıyla karşılanır, gazetelere haber olurdu. 

Böyle bir ortamda beylik hiçbir “event/etkinlik organizasyonu” nun altyapısı kurulmamışken Betül Hanım, cesaretle bu atılımın altına girmiş, katılımcıları ağırlamak için İstanbul’da yabancı dil eğitimi veren okullardan rehberlik vs. gibi işleri üstlenecek liselileri toplamıştı. 

Onlardan biri ben, biri de “kardeş okul” St. Joseph’ten sendin...

Betül Hanım süratle bizi kısa bir eğitimden geçirmiş, kızlara turuncu “jumper” elbiseler, erkeklere aynı renk ceketler diktirmişti.

Bu yüzden bize “havuçlarım” derdi. 

Biz iki “havuç”, hayatımızın ilk büyük olayı o kongrede tanışmış ve bir hayli eğlenmiştik. 

Hesapta yokken iki yıl sonra üniversitede Ankara’da karşılaşıverdik. Ankara’da “iki İstanbullu” ya da “iki havuç” derhal kaynaştık.

LACİVERT ODA

Farabi Sokak’taki evin lacivert boyalı odasını hatırlıyorum. Küçük, cep gibi bir odaydı. Ama aydınlık, kocaman bir penceresi vardı ve biz o pencereden dünyaya açılırdık. 

“Diplomasi sanatının efendisi” Talleyrand’ı örneğin ilk kez o odada senden dinlediğimi hatırlıyorum. 

XVI. Louis’den, Fransız ‘devrim’ine, devrim yıllarından Napolyon’a... bambaşka devirlerin simgesi olmuş, ama her değin koltuğunu korumuş bu X-large “tarih kahramanının” zekâsını ve sinizmini baştan çıkarıcı bulurdun.  

Aslında olaylardan çok böyle sen hep insanlara takılırdın Aydın. Hikâyesi olan kişilere bayılırdın, onları derhal kahramanın yapardın. 

Lisedeyken seferber edildiğimiz kongrede de misal, Betül Mardin’in sıra dışılığını hızla işaretlemiş, onu “guru”n yapmıştın. 

Evinizin içinden gelip geçen “guru”lar da cabası...

Baş “guru” elbetteki baban Necdet Uğur’du. 

Ecevit’in efsanevi Milli Eğitim Bakanı, “İnönü” ve “Alla Turca’nın Sonu” kitaplarının yazarı Necdet Bey rol modelindi. 

Sade o değil, babanın birinci dereceden dostları: Osman Olcay ve Seha Meray da eve düzenli girip çıkan kahramanlardandı.

Beni şaşırtan feyzaldığın bu isimlerden yalnızca babanın arkadaşları olarak değil, doğrudan diyalog kurduğun kişisel dostlarınmış gibi bahsetmendi... 

O yıllarda oğulların babaların arkadaşlarıyla kişisel bağ kurmaları alışıldık bir durum değildi. Ama sizin evin hiyerarşileri aşan böyle farklı bir demokrasisi vardı. Onlar da sana akranlarıymışsın gibi davranırdı. 

Sayende dolaylı olarak bizler de -üniversite ilk dönem yakın dost çevren Fafa, Kesibe, Alageyik, Ahmet- bu müthiş Necdet Uğur membasından kana kana beslendik. 

EV BİR OKUL OLDUĞUNDA

Dünyaya İstanbul’dan da kapalı olan Ankara’da seninle geçirdiğimiz zamanların tümü hep isminle müsemma ışığa, aydınlığa açılmak gibiydi. 

Kültüradamlarının ve kültür insanlarının devamlı gelip geçtiği bir evde olmanın başlı başına bir okul olduğunu ben ilk sizin evde görmüş, yaşamış ve bellemiştim.

En yakın arkadaşın Enis Batur’u unutmayalım... 

Enis’le ilişkini nedense bizden ayrı bir kanalda tutardın. 

Şimdi geri dönüp düşündüğümde seni Enis’le görmekten çok, Enis’i senden dinlediğimizi hatırlıyorum. Hayatının “özel” insanlarını nedense illa kendi filtrenden geçirerek bizlere aktarmaya bayılırdın.  

Onsekiz yaşında öğrenmek ve böyle birlikte “guru”lar edinmek, fark yaratan insanları keşfetmek çok heyecan verici ve müthiş keyifliydi Aydın. 

Seni unutmama imkân yok. Yaşadıkça izlerin bende kalacak.

Seni, sadece dünyayı ilk keşif yolculuğumla değil aynı zamanda muzip tebessümünle, nüktenle, cana yakın espirilerin ve mizahınla anacağım. 

Ayrıca nerede ağır ve nerede hafif olunacağını bilmek gibi fevkalade müstesna bir erdeme sahiptin...

Ölüm insanların ne olduğunu son kertede tanımlıyor ve taşları yerine koyuyor. 

Teşvikiye Camisi’indeki topluluğa baktığımda oradaki herkese bir biçimde dokunmuş olduğunu gördüm. 

Ne mutlu sana. Ve ne mutlu böylesi bir miras devralan oğlun Can’a! 

Işıklar içinde uyu sevgili dostum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları