Türkiye ve İran yüz yüze

18 Temmuz 2015 Cumartesi

İran’la nükleer anlaşma “mutlu son”la tamamlanınca, altı-yedi yıl önce Tahran’da bir kadınla yaptığım konuşma hatrıma geldi...
60’larını süren kadın gençliğini Şah döneminde geçirmiş, 35 yıllık devrimin şokunu tüm ağırlığıyla yaşamıştı.
Lafı eğip bükmeden bana “Türkiye’den nefret ediyorum!” demişti: “O kadar ki adımımı atmak istemiyorum. Ne zaman Türkiye’ye gitsem içimden ağlamak geliyor. Etrafa baktıkça yalnız heba edilen yılları ve fırsatları düşünüyorum. Türkiye’de her şey bana İran’ın erişebilecekken ıskaladığı şeyleri düşündürüyor. Türkiye’nin gelişmişlik ve refahını petrol zengini İran haydi haydi yakalayabilirdi. Biz bir daha yerine gelmeyecek zamanı kaybettik ve çok acı çektik!”
Türkiye ve İran birbirine, başka hiçbir ülkenin tutmadığı “aynayı” tutan ülkeler...
Bazen çok acımasız olabilen aynadaki “suret” karşısında insan işte böyle “ağlamaklı” dahi olabiliyor.
Bugün fırsat olsa aynı İranlı kadınla konuşsam hissiyatı çok farklı olabilir.
İran benim Tahran’da bulunduğum Ahmedinejad yıllarına göre
geleceğe olağanüstü “umutla” bakan ve şimdi artık yitirilen yıllarını telafi ederek “uluslararası güç” olarak temayüz etmeyi bekleyen bir ülke.
Dünyaya söz geçiren BMGK’nin daimi 5 üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’yı içeren P5+1’le, 14 Temmuz’da sağlanan “anlaşma” ardından kafalarda beliren tasavvur en azından bu. İran halkı bu yüzden sokaklarda bayram ediyor.
Dünyanın büyük güçleriyle masada bu kertede önemli bir jeo-stratejik anlaşmayı kotarmak dahi İran’a başlı başına “özgüven” veriyor.

Ankara’nın ruh hali
14 Temmuz’un ardından yüzümüze tutulan İran aynasında peki biz kendimizi nasıl görüyoruz?Resmi açıklamalarda dillendirildiği üzere “memnun”, “mesut” ve “sevinçli” mi?
“Kaygılı”, “endişeli”, “kuşkulu”, “gergin”, “düşünceli”, “şaşkın”, fena halde “ters köşe” mi? Bu soruya ağız dolusu tek sözcükle yanıt veren yok.
Soruyu yönelttiğim herkes hasbelkader önce “anlaşma olumludur” dedikten sonra kaygılarını, şerhlerini, tereddütlerini sıralıyor.
İran’ın dünya güçleriyle “barış yapması”; yeni dengeler ve pazarlar, yeni ittifaklar ve arayışlar demek.
Bu “yeni dinamikler” doğrultusunda doğu komşumuzun 2017’de yüzde 7-8’lik yıllık büyüme oranı yaklaması ve AB ile 7.5 milyar Avro olan ticaret hacminin gene aynı dönemde 400 milyar Avro’lara sıçraması bekleniyor.
Erdoğan’ın düşleri hilafına böylece 2023’te “ilk büyük 10’a” Türkiye’nin değil İran’ın girebileceğinden bahsediliyor.
RTE’nin, dünyada yankılanan antlaşma üzerine şimdiye değin yorum yapmaması; Ankara’nın “sıkıntılı ruh hali” hakkında başlı başına fikir vermeye yetiyor.

‘Bayrama gerek yok!’
Bu “sessizliği” nasıl değerlendirmemiz gerektiğini, AKP’nin ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış’a sordum...
“Dengelerin İran lehine değiştiğini” kuşkuya yer bırakmaksızın ifade eden Yakış; “Bu realitenin bilincinde olmak gerekir” diyor ve ekliyor: “Bayram havasına gerek yok!”
Diplomatlığında Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan’da görev yapan, Ortadoğu’yu bilen eski bakan -özetle- sonra şunları ekliyor:
“İran her dönemde önemliydi. Petrol zengini bir ülke. 2500 yıllık devlet tecrübesi ve güçlü diplomasisi var. Şimdi önemi daha da arttı. Keşke (Erdoğan’ın bahardaki İran ziyareti öncesinde gerginlik yaratan) bazı çıkışlar hiç olmasaydı. Türkiye Ortadoğu’nun böyle geleceğinin şekillendiği bir döneme ayrıca dört ülkede -Suriye, İsrail, Libya, Mısır- büyükelçisiz yakalandı. İran’ın varlığının arttığı döneme biz bölgedeki etkinliğimizin daraldığı bir mecrada girdik. Bunlar kaygılı olmak için yeterli neden…” Yakış’la sohbete devam.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları