Öner Yağcı

Gerçekliği görmek

09 Ekim 2021 Cumartesi

Emperyalizmi kovan, saltanatı, hilafeti kaldıran Ulusal Kurtuluşçular, yüzyıllardır süren aydınlanma kavgasına büyük bir zafer armağan ettiler.

Yurdumuzdaki özgürleşme kavgasını kanıyla, canıyla kazananlar, Cumhuriyetle, insanlaşmanın, bilimin aydınlığıyla yol almanın önünü de açtılar.

ÖZGÜR YURTTAŞ OLMA

Eski anlayış, insanların özgür yurttaş olarak yaşamasının önünü açan yeni yapılanışa başından beri karşı koydu. Doğu’nun mazlum uluslarının öncüsünün, umudunun kimi köşelerine sinsi sinsi yerleşen karanlık, emperyalizmin desteği ile donanarak aydınlığı boğmak için habire saldırdı.

Eskinin, karanlığın saldırısına karşı, emeğin yüceliğini savunan, sömürüsüz bir toplum isteyen, eşitlikçi, barışçı, sosyal adaletçi güçler bunlara karşı umutsuzluğa düşmeden mücadele etti, direndi.

Yakın tarih, öğrenmek isteyene öğretiyor. Yeter ki yurt sevgisi, bağımsızlık sevdası, özgürlük mücadelesi, paranın değil, emeğin en yüce değer olması aklımızın, kalbimizin gerçeği olsun.

GELECEĞİ GÖRME

“Kültür sözcüğünü duyunca aklıma hemen silaha sarılmak geliyor!” diyen faşizmin ikiz kardeşi, “kuvveden fiile geçtiğini söyleyen” din tüccarları, kültüre, bilime, sanata, aydınlığa, geleceğimizi kurma düşlerimize hep saldırdı.

ADD kurucusu Muammer Aksoy’u ve “Devlet kendi yıkıcısını kendi elleriyle hazırlayamaz” diyen Turan Dursun’u özlemle anıyorum. 1991’de TCK’nin 163. maddesinin kalkmaması için attıkları, bugünlere geleceğimizi haber veren çığlıkları yetmedi.

1993’ün başında Uğur Mumcu’nun katledilmesi ve 2 Temmuz Sivas Katliamı, kara güçlerin yükselişe geçtiğinin ifadesiydi. Bu, emperyalizmin gölgesinde şeriat maskeli faşizmin geleceğimize saldırısıydı.

LAİKLİK

Laiklik, saldırıya uğrayan temel taşımız.

Belirlenmiş bir yazgımız mı var yoksa kendi geleceğimizi belirleyen aklımız mı? Aklımızı, varlığımızı savunmayacak mıyız? Aklın yarattığı bilime sahip çıkıp çıkmamanın seçimini insanlığın aydınlık birikimi çoktan yapmıştır: Dogmalar değil, bilim.

Kanlı Pazar’dan (1969) beri bugünleri hazırlayanların biri olan bir “kahraman(!)”, dindar bir anayasa isterken, “Anayasada laiklik olmamalı” derken kimileri “yetmez ama…” diyerek Eşbaşkan’ın izlediği politikalarla özgürlük ve demokrasi geleceğini sandı. Gelenin her değeri tüketen bir sadaka toplumu, biat toplumu olduğunu göremedi.

O ki “Tehlikenin farkında mısınız?” çığlığına dudak bükenler, demokrasi nutuklarıyla, din ticaretiyle mazlum edebiyatı yapan işbirlikçilerin emperyalizmin politikalarını uyguladığını görmezden geldi.

Anayasaya aykırı olduğu Anayasa Mahkemesi’nce tescillenmiş bir siyasal parti, programını adım adım gerçekleştiriyor. Böyle giderse şeriat da gelir, hilafet de sultanlık da ümmetlik de...

Bombalanmalara, gazlanmalara, çocukların bademlenmesine, kadınların öldürülmesine, cahilliğin erdemine alıştırıldığımız gibi, insan olmaktan çıkarılmamıza da mı alıştırılıyoruz? Şaşırana şaşıyorum. Kurbağa gibi kaynar suya alışıyoruz işte. (Ölümlere de: Gazi’den sınıf arkadaşım, Öykü-Şiir dergisinin yaratıcısı, yazar İbram Erdem de gitti sonsuzluğa.)

KENDİNE GELMENİN VAKTİ

Ey yurtseverler, ey bölünüp parçalanmanın ustası olmayı başaranlar, ey hâlâ tehlikenin farkına varamayanlar, ey ırkçılık ve dinciliği düşünce özgürlüğü bağlamında okşayanlar!

Kendine gelmenin vakti geçiyor; kulağımızın dibine gelen ses “çakalların ulumasıdır”.

“Böyle giderse biline hep/ Mustafa Kemal’le bile yokuz” diyen Fazıl Hüsnü Dağlarca, eklemişti:

“De, yüreğin nice yanarsa yansın!”

-

Boğaziçi direniyor…

Cumhuriyet ve dayanışma sözcükleri ne de yakışıyor birbirine!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları