Örsan K. Öymen

Tarikat ve cemaat egemenliği

12 Aralık 2022 Pazartesi

Bir vakıf bünyesindeki bir dini tarikat ve cemaat örgütlenmesinin kurucularından olan bir kişinin, 6 yaşındaki kızını, 29 yaşındaki bir müridiyle, imam nikâhıyla evlendirdiğine dair iddialar, büyük tepkilere neden oldu.

Yargı süreci sonuçlanmamış olsa da savcılık dosyasından medyaya yansıyan ses kayıtlarına, ifadelere, tıbbi raporlara, fotoğraflara göre, pedofili ve tecavüz suçu anlamına gelen iddiaların, ciddi bir dayanağı bulunmaktadır.

Tarikat ve cemaat örgütlenmesi içinde yer alan birçok başka kişinin taciz ve tecavüz suçlarından hüküm giydiği dikkate alınacak olursa, bu gelişmelere şaşırmamak gerekir. 

Tüm dini tarikat ve cemaat üyeleri için bir genelleme yapılamasa da birçok dini tarikat ve cemaat örgütlenmesinin içinde bu tür suçlar işlenmektedir, bu tür ahlaksızlıklar, vahşetler, alçaklıklar, namussuzluklar ve şerefsizlikler yaşanmaktadır.

Bu, birçok başka nedenle birlikte, dini tarikat ve cemaatlerin, kendilerini anayasanın, yasanın ve hukukun üzerinde görmelerinden; anayasaya, yasalara ve hukuka meydan okumalarından; laiklik ilkesine karşı çıkmalarından da kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla olayın siyasi bir boyutu vardır. Konunun siyasi olmadığını iddia etmek ve olayı salt bir adli olay olarak değerlendirmek, gerçek sorunu görmezden gelmek anlamına gelmektedir.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasına ve yasalarına göre, reşit olmak, yani hukuken kendinden sorumlu olmak ve kendi başına yasal yetki sahibi olmak yaşı 18’dir. Bu çerçevede, 18 yaşından küçük olan vatandaşlar, anayasaya ve yasalara göre evlenemezler. Dini gerekçelerle, “imam nikâhı” adı altında, 18 yaşından küçük olanlar için paralel bir evlilik ilişkisi uygulamak, anayasaya ve yasalara aykırıdır.   

Kuran’da 18 yaşından küçüklerin evlenebileceği yorumuna yol açabilecek bir ayetin olup olmaması, konu dışıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası ve yasaları Kuran ayetlerinden oluşmaz ve Kuran ayetlerine göre belirlenemez! 

Kuran ile anayasanın ve yasanın çeliştiği veya uyuşmadığı noktada, kendisini Müslüman olarak tanımlayan vatandaş, anayasaya ve yasaya uymakla yükümlüdür! Çünkü Türkiye bir din devleti değildir, Türkiye bir teokrasi değildir; anayasada da ifade edildiği gibi, Türkiye, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir! Türkiye ruhban sınıfının değil, halkın egemenliğine dayalı bir cumhuriyettir!

Öte yanda Kuran’da, cemaat-tarikat, tekke, zaviye, halifelik, şeyhülislamlık gibi ruhban sınıfı unsurları yoktur; bunlar sonradan uydurulmuştur. Ancak Kuran’da böyle bir yapılanmaya dair bir ayet olsaydı da bu hukuken yok hükmünde sayılacak bir ayet olurdu.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’nin şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olmayacağını, en gerçek yolun uygarlık yolu olduğunu vurgulamıştır.

Bu çerçevede laiklik karşıtı hareketlerin odağı haline gelen tarikatlar, tekkeler, zaviyeler ve bunların etrafında örgütlenen cemaatler, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1925 yılında 677 sayılı yasayla kapatılmıştır. Söz konusu tarikatlar, tekkeler, zaviyeler, cemaatler günümüzde de yasadışıdır. Ancak bu örgütler yasadışı oldukları halde, dernek ve vakıf adı altında fiilen varlıklarını sürdürmektedirler. 

Atatürk, dini hizmetlerin verilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Ancak bu kurum tarikatlar ve cemaatler tarafından işgal edildiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetkileri ve otoritesi, dernekler ve vakıflar üzerinden gasp edilmiştir, dini hizmet için paralel bir yol açılmıştır.

***

Laiklik karşıtı dini cemaatlerin ve tarikatların, vakıf ve dernek maskesi altında faaliyet yürütmesini önlemenin tek yolu, derneklerin ve vakıfların dini hizmet vermelerinin yasaklanmasıdır, dini hizmet veren tüm derneklerin ve vakıfların kapatılmasıdır.

Dini hizmetler sadece Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilmelidir ve bu kurum da tüm dinleri ve mezhepleri kapsayacak bir biçimde, anayasadaki laiklik ilkesine göre, yeniden yapılandırılmalıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları