Şahin Aybek

Ağlamıyorum gözüme eğitim kaçtı!

08 Ağustos 2022 Pazartesi

‘Ağlamıyorum gözüme eğitim kaçtı’ kitabının yazarı, eğitimci  Müjdat Ataman ile eğitimimizi konuştuk…

“Bırakalım okulları resmî yazıyla yönetmeyi, okulları okulun paydaşları yönetsin. Artık neresinden tutsak elimizde kalan bir eğitim sistemi ile karşı karşıyayız ve bu acı tablo gün geçtikçe daha da kötüleşiyor. Bakanlık kendine göre bir yol haritasıyla ülke gerçeklerinden uzak ilerliyor. İhtiyacın ne olduğu iyi analiz edilmeden kararlar alınıyor, resmî yazılarla duyuruyor. Bu devasa, hantal yapı el yordamıyla işletilmeye çalışılıyor. Çocuğun üstün yararına odaklanan, çağa uygun, güncel politik işleyişten etkilenmeyecek bir eğitim politikasının temellerini atmamız gerekiyor.”

“Biz yaptık oldu, ben dedim oldu anlayışından kurtularak "tavandan tabana" bir yönetim anlayışından çıkıp "tabandan tavana" bir yönetim anlayışına geçmemiz gerekiyor. Ülkedeki neredeyse tüm öğretmenlerin karşı olduğu bir kanunu hayata geçirmeye çalışmak nasıl bir yönetim anlayışıdır? Öğretmenler kendileri için ortaya konulan meslek kanununda söz hakkına sahip değiller.”

Size göre, şu anda ülkenin eğitim alanında en büyük problem nedir ve bu problemleri çözmek için ne gereklidir?

Bu yıl, 100 yaşına basacak Cumhuriyetimizin temel kuruluş adımlarından en önemlisi eğitimdi. Millî eğitim seferberliği ile çok önemli adımlar atılmıştı. Günümüzde ise bir zamanların en önemli atılımı olarak görülen eğitimin durumu, içler acısı. Burada sormamız gereken en önemli soru şu olmalı: "Ne değişti?" Cevap basit aslında: Ülkemizin siyaset üstü bir eğitim politikası yok. İktidara kim gelirse bakanlık ve eğitim ona göre şekilleniyor. Hele son yirmi yılda aynı iktidarda gelen sekiz bakanla değişen onlarca sisteme tanık oluyoruz. Bir temel eğitim felsefemiz yok. Ana program olmayınca da her şey yamalarla geçiştirilmeye çalışılıyor. Artık neresinden tutsak elimizde kalan bir eğitim sistemi ile karşı karşıyayız ve bu acı tablo gün geçtikçe daha da kötüleşiyor. Değişime aslında tam da bu noktadan, bu temel problemi aşarak başlayabiliriz. Bir eğitimci olarak çocuğun üstün yararına odaklanan, çağa uygun, güncel politik işleyişten etkilenmeyecek bir eğitim politikasının temellerini atmamız gerekiyor. Ben ülkede partiler üstü bir eğitim anlayışının kurgulanabileceğine inanıyorum yeter ki politika yapıcılar değil, eğitimciler bu alanda bir araya gelsin.

Böylesi bir yaklaşıma geçişte nereden ve nasıl başlanmalı? 

Eğitim sistemimiz merkeziyetçi bir yapıda ve üstenci bir yönetim anlayışı ile yürütülüyor. Bir milyon eğitimcinin birbirinden ayrı binlerce problemi var. Bu problemler görülmüyor, hissedilmiyor, duyulmuyor. Bakanlık kendine göre bir yol haritasıyla ülke gerçeklerinden uzak ilerliyor. İhtiyacın ne olduğu iyi analiz edilmeden kararlar alınıyor, resmî yazılarla duyuruyor. Bu devasa, hantal yapı el yordamıyla işletilmeye çalışılıyor. Örneğin, yıllardır söylenegelen eğitimde eşitsizlik durumuna dair atılan anlamlı hiçbir somut ve gerçekçi adım yok. Ülkede nitelikli lise sayısını artırmaktan aciz bir durumdayız. Bakanlık, kaç derslik açtık, kaç öğretmen ataması yaptık, kaç kitap bastık anlayışında. Sayılara boğduğumuz eğitim sistemi can çekişiyor. Sayılar çoğalınca eğitim sistemi de nefes alamıyor. Hatta  daha niteliksiz üretimle daha da geri gidiyor. Proje çöplüğüne dönen bu yapıdan acilen kurtulmamız gerek. Bu ülkenin varlığını kimsenin boşa harcamaya hakkı yok. Giden zamana, bütçeye ve emeğe yazık. Kimsenin şu an adını anmadığı Fatih Projesi'ne yapılan yatırımla nasıl bir yol aldık ya da 2023 Vizyon Belgesi'ne dair en büyük salonlarda yapılan yüzlerce şaşalı toplantı sonrası ne oldu? Kimsenin adını bile anmadığı bu anlamsız adımların bizi bir yere taşımadığının görülmesi gerekiyor. Biz yaptık oldu, ben dedim oldu anlayışından kurtularak "tavandan tabana" bir yönetim anlayışından çıkıp "tabandan tavana" bir yönetim anlayışına geçmemiz gerekiyor. Ne demek bu? Şu an tüm eğitimcilerin en önemli sorunu liyakatsızlık, bunun en önemli göstergesi de eğitim yöneticilerine güven duyulmaması. Öğretmenleri ancak bir sendikaya üye olursan yönetici olursun duygusundan kurtarmamız gerekiyor. Hadi, ilk adımı atalım ve okul yöneticileri değerlendirme sistemi kurgulayalım. Okulun paydaşları (öğrencileri, öğretmenleri, çalışanları, velileri) okul yönetimini değerlendirsin. Bu değerlendirme ölçütlerine göre yöneticilik sistemi kuralım. 70 bine yakın okulun olduğu bir sistemi merkezden yönetmeye çalışmanın sonucudur gelinen nokta. Bırakalım 70 bin okulu, sadece 1 okulu düşünelim. Nedir okulların özerkliği, nedir okulların bütçesi, nedir okulların anlamlı sürece bağlı başarı ölçütleri, bunları belirleyelim. Ve bırakalım okulları resmî yazıyla yönetmeyi, okulları okulun paydaşları yönetsin. Ağlamıyorum Gözüme Eğitim Kaçtı kitabımda okul özerkliği ve okul paydaşlarının yönetime katılımı ile ilgili çokça örnek verdim. Bakın, son günlerde müjde olarak, son yılların en büyük atılımı olarak sunulan bir sayfalık Öğretmenlik Meslek Kanunu da buna çok iyi bir örnektir. Ülkedeki neredeyse tüm öğretmenlerin karşı olduğu bir kanunu hayata geçirmeye çalışmak nasıl bir yönetim anlayışıdır? Öğretmenler kendileri için ortaya konulan meslek kanununda söz hakkına sahip değiller. Bu mu çoğulculuk, bu mudur ortak akıl, bu mudur adaletli sistem kurgusu?

Öğretmenlik Meslek Kanunu ile yürürlüğe girecek olan Uzman Öğretmen, Başöğretmen anlayışı ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?

Öğretmenlik birçok meslek gibi çok ciddi alan uzmanlığı gerektiriyor. Yıllardır sürdürülen anlamsız politikalarla profesyonellik gerektiren bu mesleğin prestiji ayaklar altına alındı. Hiçbir şey olamıyorsan öğretmen ol, denilen bir ülkede eğitimden ne bekleyebilirsiniz?  Her meslekte olduğu gibi bu meslekte de alanında çok güçlü olanlar ve yeterli olmayanlar var. Yeterlilik ya da meslekteki birikimi görmenin birçok yolu var. Bu yollardan hiçbiri sınav değil. Bir öğretmenin gücünü görmek istiyorsanız planlarına bakarsınız, sınıf iklimine bakarsınız; öğrencileriyle, velileriyle kurduğu iletişim diline bakarsınız, kendi okulundaki meslektaşları ile paylaşımına bakarsınız, kurumuna kattıklarına bakarsınız, alan uzmanlığını ancak ve ancak alanda görebilirsiniz. Teorik kuru bilgileri öğretmenlere boca edip ardından ezberini kontrol edeceğiniz bir sınav yaparak öğretmenleri uzman, başöğretmen diye ayıramazsınız. Bu onur kırıcıdır, bu ayrıştırıcıdır ve bu dünyanın en güzel mesleklerinden biri olan öğretmenliğe yapılan en büyük hakarettir.

Öğretmenler de bu sınava karşı ama uzmanlığa başvuran binlerce de öğretmen var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Öğretmenleri açlık sınırında yaşamaya mahkum ettik. Bir zamanların büyük hayalleri olan öğretmenleri artık yok. Ülkesinin gelişimi için büyük umutlar besleyen öğretmenler, öğrencilerinin yaşamına katkı sunmayı amaçlayan öğretmenler ay sonunu nasıl getiririm, geçinebilmek için hangi ek işi yapmalıyım diyen öğretmenlere dönüştü. Bu, büyük bir ayıptır ve insanlar doğal olarak ek bir kazanç için, bu onur kırıcı sınava girmek zorunda kalıyor. Öğretmenlerin özlük hakları güçlü olsun, herhangi bir Avrupa Birliğindeki meslektaşları kadar ücret alsınlar bakın o zaman bu sınava girecek öğretmen bulabilecekler miydi? Yazık oluyor, gerçekten çok yazık oluyor. İki gün sonra benim çocuğumu başöğretmen okutuyor, sizin okulda kaç uzman öğretmen var. Bizim kıza da aday öğretmen düşmüş tüh, serzenişlerini duyduğumuz da bu mesleğin kariyer mesleği olmadığını anlayacağız...

Eğitim sistemimizin öğrenci başarısı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hangi başarı? Uluslararası sınavların sonuçları ortada. Dil, matematik, fen becerisi konusunda sınıfta kaldığımızı biliyoruz. Bunun dışında kalan alanlarla da bir başarıdan söz etmek mümkün değil. Genel eşitlik ilkesi adına, adaletli olmak için merkezi sınavlarla giriş sınavları yapıyoruz. Eğitimde eşitsizlik bu kadar üst düzeydeyken hangi adil yarıştan söz ediyoruz bunu tartışmak gerekiyor. Salgın günleri, nitelikli eğitime erişimde nasıl bir adaletsizlik olduğunu gün yüzüne çıkardı. Salgında okulların kapandığı andan itibaren uzaktan eğitime hiç ara vermeden kişisel bilgisayarı ile devam eden öğrenciler de bizim, anne ya da babasının telefonu ile EBA derslerine ulaşma gayreti için de olan öğrenciler de bizim, çoktan okuldan kopmuş mevsimlik işçi olan ailesinin yanında çalışan çocuklar da bizim. Tüm bu çocukları aynı sınava alıp, aynı eğitim basamaklarını takip ettirip adaletten söz etmek çok da anlamlı değil. Öğrencilerin ve ailelerin tek bir arayışı var o da görece  iyi eğitim alabilecekleri bir okula girmek. Öğrencileri bekleyen ilk sınav Lise Giriş Sınavı, bakanlık istenirse sınava girmeyip merkezi sistemle bir okula yerleşebilir öğrenciler dese de tüm öğrenciler ve aileler bunun kocaman bir balon olduğunu biliyor. Milyonlarca öğrenci kaybolmayacaklarını düşündüğü az sayıdaki okula girmek için yarışıyor. İşte tam da bu yarış, bu az sayıda nitelikli okul olmasının sonucu ilkokul birinci sınıfa kadar inen büyük yarış. Herkes biliyor ki yüzde bir ile yüzde üç arasındaki bir dilime girmek için binlerce test sorusu çözülmeli. Bu sınavlar yetkinlik sınavı değil, eleme sınavı. Elenmek istemeyen öğrenciler spordan, sanattan, yaşamdan uzak bitkisel bir test yaşamına giriyor. Sadece testle ilerleyen bu yapının eğitim sistemine verdiği zararları kimse konuşmuyor. Örneğin dil becerisi, okuma-anlama alanı dışında bir şeyin önemi yok. Yazma becerisi, konuşma becerisi, dinleme becerisi kimsenin umurunda değil. Derslerin içeriklerini baltalayan, tek bir odakta bilgi parçacıkları ile ilerleyen bu yapının zararını gelecekte daha çok göreceğiz. MEB tek başarı ölçütünü sınav başarısı olarak gördükçe sistemin tüm parçaları da bu sınava hazırlık üstüne de kurulacak, şu an olduğu gibi. Hele de özel okulların da içinde olduğu bu yarış tam bir reklamla yaşanıyor: Birinciler bizden, başarı bizim adımız, şampiyonları biz yetiştiririz, vb... Kaç birinci çıkardığını konuşan okullar, geriye kalan öğrencilere ne olduğunu konuşmuyor. Adil olduğuna inanılan bu sistem %1 ile %5’lik bir gruba gelecek vadediyor ama %95’in eğitim geleceğini kimse konuşmuyor. Böyle bir yapı ile eğitimde yol almayı beklemeyelim. Bu ülke, her çocuğunun değerli, her çocuğunun biricik olduğuna inanarak adım atmalı.

Geleceğin eğitimi ile ilgili görüşünüz nedir? 

Dünya değişiyor, bilgiye ulaşmanın güç olduğu günleri çoktan geride bıraktık. Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu günlerde de tüm dünya, okulun rolünü sorguluyor.  Öğrencilerine bilgi verme amacı dışında bir misyonu olmayan okullar şimdi ne yapacak? Evet, artık sadece dil bilen, matematik bilen öğrenciler değil yaratıcı, eleştiren, sorgulayan, farklı düşünen, işbirliği yapabilen, becerisi yüksek öğrenciler öne çıkıyor. Peki, okullarımız bu görülmeyen alanları destekleyebiliyor mu? Hayır. Tam da bu noktada eğitim adına önemi artarak öne çıkan bir eğitim anlayışını yaşama geçirebiliriz. Okulun yapısı da öğretmenin rolü de değişiyor. Biz, bu değişime ne kadar hızlı uyum sağlar ve bu anlamda ne kadar bilimsel yaklaşımla temellendirilmiş adımlar atarsak o kadar güçlü bir eğitim sistemi kurgulayabiliriz.

Ben açıkçası umutluyum çünkü bu ülkenin mesleğine aşık binlerce güçlü eğitimcisi var. Bu ülkede önemli bir değişim yaratacak potansiyelimiz de var. Yeter ki artık anlamlı bir adım atarak uzun yıllar gurur duyacağımız bir sistemin kurgusunu oluşturalım.

Nasıl bir adım atılmalı ki, eğitimde devrim diyeceğimiz bir yapıya ulaşalım?

Gelin bu soruyu en büyük sorunu çözmek için çaba sarfetmek yerine bir sınıfın sorununu çözmekle başladığımızda neleri değiştireceğimizi görerek başlayalım. Hep büyük adımlar atıp, büyük başarıların peşine düşüyoruz. Eğitim, bir emek işidir ve bu bilimin temel ilkesi basitten karmaşığa, yakından uzağa ilkesidir. O zaman çözümler için de yakından başlayalım. Ve biraz geri çekilelim, bırakalım emek verenler yönetimde de söz sahibi olsunlar. Bir okulun iklimini değiştirebilecek adımları atabilirsek çok şeyi değiştirebiliriz. Ve en önemlisi güven, lütfen artık en değerlilerimizi emanet ettiğimiz öğretmenlere güvenerek başlayalım işe. Güven ilişkisi üstüne kurgulanacak bir yapı ile başarıyı yakalayabiliriz.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları