Şahin Aybek

Nitelikli eğitimle yetişecek özgüvenli çocuklar ülkeyi aydınlık geleceğe taşıyacaktır

20 Ağustos 2022 Cumartesi

Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay ile eğitim sistemimizin sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk…

“Biz eğitim emekçilerinin tatili de, ailemizle geçireceğimiz vakitler de gasp edilmiş durumda. Anayasamıza göre laik, bilimsel, adil ve kamusal bir hizmet olarak verilmek zorunda olduğu halde gericileştirilen ve piyasacılaştırılan eğitimin ortaya saçtığı sorunlar maalesef her yıl daha da artarak devam ediyor. Karanlık bir odada kalan güneş isteyen bir çiçek ne haldeyse öğrencilerimiz de o halde. Kendine güvensiz bir nesil yetişiyor. Son eğitim dönemi, yoksul öğrenci ile zengin öğrenci arasındaki makasın en çok açıldığı dönem oldu.”

“Dünya “çocuklar nasıl daha iyi öğrenir” diye uğraşırken bizim ders kitapları adeta “çocuklar nasıl daha zor öğrenir” deneyi yapmak için hazırlanmış. Sendikamızın araştırması öğretmenlerin yüzde 90’ının ailesinin gıda masraflarını dahi karşılamakta zorlandığını ortaya koyuyor. OECD araştırmalarına bakarsak; öğretmenin kararlara katılımına bakarsak Suudi Arabistan ve Vietnam’dan sonra öğretmenin fikrinin en sorulmadığı ülkeyiz. Biz, bir öğretmenlik meslek kanunu çıkmasına değil, bu öğretmenlik meslek kanununa karşıyız Eğitimi de eğitimciyi de öğrenciyi de tekrar hak ettiği değere kavuşturmalıyız.”

Kadem hocam eğitime yaz tatili arası verilmiş, siz eğitimciler biraz soluk alıyorken ve hazır yeni eğitim ve öğretim dönemi daha başlamamışken, eğitimin genel sorunlarını konuşmanın belki de tam zamanı.

Evet yaz tatilindeyiz ama malum mesleki eğitim programı ve onun angaryaları nedeniyle biz eğitim emekçilerinin tatili de, ailemizle geçireceğimiz vakitler de gasp edilmiş durumda. Ama haklısınız, eğitimin sorunlarını konuşmanın tam zamanı çünkü yıllardır çözülmediği için kronikleşen sorunlara bir o kadar da yenisi ekleniyor.

Nedir o sorunlar peki? Sadece başlıklar halinde sıralayacak olsanız…

Zaten maalesef başlıklar halinde sıraladığımızda bile epey uzun bir liste.

Derslik sayılarının azlığı, okulların fiziki koşullarının yetersizliği, öğretmen açığının kapatılmamış olması ve çok sayıda eğitim emekçisinin sözleşmeli/ücretli sıfatlar altında ağır sömürüye maruz kalması, müfredatın yetersiz ve gerici olması, tarikatların protokol ve ziyaret adı altında okullarda cirit atması, okul yöneticilerinin yandaşlık kriteriyle seçilip aydın eğitimcilerin bu yöneticiler tarafından baskıya maruz kalması, ikili eğitim ve taşımalı eğitim denen garabet sistemlerin hala sürdürülüyor ve eğitimdeki sorunları büyütüyor olması, devlet okulunda okumanın bile paralı hale gelmesi, bağış adı altında toplanan paralardan ulaşıma, kantin fiyatlarından araç gereç ihtiyacına kadar uzayan bir liste nedeniyle temel bir hak olan eğitimin satın alınabilir bir ürün haline gelmesi ve eğitim harcama giderlerinin çok maliyetli hale gelmesi, yoksul öğrencilerin ya imam hatiplere ya da ucuz işçi olarak görüldükleri meslek okullarına daha da kötüsü okul yaşamından bile bahsedemeyeceğimiz çocuk işçiliğin yeni kılıfı ve eğitim hakkının da gaspı olan MESEM’lere yönlendirilmesi, karma eğitim başta olmak üzere tüm çağdaş eğitim doktrinlerinin gericiler ve onların eksenindeki yöneticiler tarafından sistematik olarak hedef alınması, özerk şekilde bilimsel faaliyet yürütmesi gereken üniversitelerin siyasi baskıya ve müdahaleye uğraması, yani Anayasamıza göre laik, bilimsel, adil ve kamusal bir hizmet olarak verilmek zorunda olduğu halde gericileştirilen ve piyasacılaştırılan eğitimin ortaya saçtığı sorunlar maalesef her yıl daha da artarak devam ediyor. Kronikleşen bu sorunlara şimdi yenileri de eklendi. 

Son KPSS skandalından sonra öğrencilerimizin hiçbir sınavın güvenilirliğine ve adil olduğuna inancı kalmadı. Öğretmenlerimizin bitmeyen sorunlarına da yenileri ekleniyor. Üniversitelerinden mezun oldukları alanları itibarıyla zaten uzman olan ve kanunda da özel bir ihtisas  yani uzmanlık mesleği olarak tarif edilen meslekleri üzerinden yeni tariflerle adeta küçük düşürülüyorlar ve kendilerine dayatılan içi boş ve özensiz mesleki eğitim programlarıyla boğuşmak zorunda bırakılıyorlar. Öğretmenler, öğrencileriyle mi ilgilenecek, kendisine ve ailesine mi zaman ayıracak bunu bilemez hale getirildi. Ekonominin her gün daha kötüye gittiği de göz önüne alınırsa başlayacak olan eğitim ve öğretim dönemine dair iç açıcı öngörülerde bulunmak maalesef mümkün değil.

Gerçekten uzun bir sorunlar listesi… Elbette bu listenin bazı başlıklarına sohbetimizde ayrıca değineceğiz ama önce sormak istiyorum: Tarif ettiğiniz bu karanlık tabloda öğrenciler ne halde?

Karanlık bir odada kalan güneş isteyen bir çiçek ne haldeyse öğrencilerimiz de o halde.

Zaten öğrencilerimizin pandemi dönemindeki yanlış uygulamalar nedeniyle ciddi bir öğrenme kaybı ve okula gelme isteksizliği var. Bu telafi edilmiş değil ve öğrencilerde genel bir dikkat dağınıklığı olarak kendisini gösteriyor. MEB’in göstermelik destekleme kursları da bu yarayı iyileştirmeden bantla kapatmaktan öteye geçmedi. Çünkü o kurslar da sadece sınav odaklı ve sadece temel dersleri içeriyor. Oysa öğrencilerin sosyal, duyuşsal, psikolojik, kültürel eksiklikleri ve ihtiyaçları görmezden gelinerek öğrenme kaybının giderilmesi mümkün değildir. Dünyada da örneği yoktur.  Giderilmeyen bu kayıp öğrencideki “Ben yapamıyorum” hissiyatını kuvvetlendirdi, bu resmen gözlerinden okunuyor ve yapamadığını düşünen öğrencilerin birçoğu eğitimle arasına psikolojik duvarlar örüyor. Kendine güvensiz bir nesil yetişiyor. Ancak gelin görün ki bu vahim durum da MEB’in umurunda değil.  

Bu kötü hissiyatları temize çekecek tek şey doğru bir eğitimdir ancak zaten gerici ve vasat müfredatımız da bu ihtiyaca cevap olmaktan çok uzak. Bunun en güncel örneği son LGS ve YKS oldu.

YKS bize açıkça gösterdi ki bu eğitim sistemi ve böyle bir MEB anlayışı çocuklara kendi anadillerini öğretebilmede bile yetersiz. Kendi anadillerine dair sorulan sorularda 17 net ortalaması şu demek: kendini ifade etmekte zorlanacak, kavrayışta sıkıntılar yaşayacak bir nesil geliyor demek ki bu çok vahim. Yabancı dil dışında tüm testlerde Türkiye ortalaması yüzde 50’nin bile altında kalmış olmasının tek anlamı var: Bu müfredat çocuklara anadillerini öğretemiyor, neden sonuç ilişkisi kurmak için hayati öneme sahip olan matematiksel dersleri öğretemiyor, kendisini, yaşadığı dünyayı ve ülkesini anlamasını sağlayacak fenni ve sosyal dersleri öğretemiyor.

Bakın son eğitim dönemi, yoksul öğrenci ile zengin öğrenci arasındaki makasın en çok açıldığı dönem oldu. Aynı eğitimden geçmeyen çocuklar ve gençler aynı sınavlara giriyor. Özel okullarda müşteri memnuniyeti mantığıyla bol keseden dağıtılan okul puanlarıyla devlet okulunda kendi başına çabalayan öğrencinin puanını vicdanen siz yan yana koyamazken, bu sistem aynı teraziye koyuyor. Bu durum da ailesi yoksul öğrencilerde derin bir “baştan kaybetme” travmasına dönüşüyor. Bu travmanın daha da büyük sosyolojik bir vakaya dönüşmemesinin tek reçetesi ise eğitimde eşitlik ve adaletin sağlanması olacaktır.

Bir başka nur topu gibi sorunumuz da son KPSS’den sonra doğdu. Gençler artık okumanın iyi geleceğe giden bir yol olduğunu da sınavların adil yapıldığına dair inancını da kaybetti. Bu ülkenin en önemli sorunlarından birisi “Okumasam da olur” diyen çocuk ve gençlerin sayısındaki vahim artıştır. Dünyada Başöğretmen unvanlı bir liderin kurduğu, daha kurulur kurulmaz eğitim seferberliğinin başlatıldığı bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük de çocuklarımızı eğitime bu kadar mesafeli ve inançsız bir hale getirmekti.

 

Dünyanın gelişmiş birçok ülkesinde öğretme metotları çocukların açık olduğu bilgi alma yöntemlerine göre güncelleniyor. Sizce bizim de buna ihtiyacımız var mı?

Hem de ekmek, su kadar ihtiyacımız var. Yeni nesillerin algısı, ilgi alanları çok farklı. Eskiden internet çağındayız derdik ama şimdi sanal alemler çağındayız. Yani ortaokul çocuklarının teneffüste metaverse ve NFT’ye dair sohbet ettiğini görüyorsunuz artık. Bu çağın çocuklarında, dünya genelinde hızlı öğrenme ihtiyacı ve çabuk sıkılma eğilimleri var. İnternetten alışık oldukları şekilde bilgiyi kısa, net ve anlaşılır şekilde edinmek istiyorlar. Ama bizim ders kitaplarımızda öyle gereksizce karmaşıklaştırılmış cümleler var ki eğitimciler olarak biz bile anlamakta güçlük çekiyoruz. Dünya “çocuklar nasıl daha iyi öğrenir” diye uğraşırken bizim ders kitapları adeta “çocuklar nasıl daha zor öğrenir” deneyi yapmak için hazırlanmış. Yani evet müfredat bu çağın gerekleri göz önüne alınarak güncellenmeli ama zihniyetin güncellenmesi de bir o kadar elzem. Yani eğitimimiz çağdaşlıktan çok uzak durumda. Okulların kitaplığı yok, atölyeleri yok, laboratuvarları yok, 2022 yılındayız ama bilgisayarları yok, bırakın bunları okulların temiz tuvaletleri, sosyal alanları, hijyen malzemeleri, ihtiyaç duyulan materyalleri bile doğru düzgün yok!

Öğrencilerin durumunu konuştuk; Peki eğitimin dinamosu olan öğretmenlerin durumu?

Öğretmenler dahil bütün eğitim emekçileri ağır bir stres altında.

Sendikamızın araştırması öğretmenlerin yüzde 90’ının ailesinin gıda masraflarını dahi karşılamakta zorlandığını ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanı’nın aksine OECD verileri de öğretmene reva görülen sefaleti ortaya koyuyor. Düşünün; OECD’nin dolar kurunun henüz fırlamadığı, Türkiye’de alım gücünün bu kadar düşmediği 2019-2020 yıllarında yaptığı araştırmaya göre OECD ülkeleri arasında öğretmene en az maaş veren 6. Ülkeyiz. Şimdi bu veriler güncellense, listenin sonu için yarışır halde olduğumuz görülecektir. Öğretmenin maaşı yıllık bazda 30.811 dolardan 5.698 dolara düşmüştür. Yani her şeyden önce öğretmenlerin üzerinde geçinememenin, eve boynu bükük girmenin verdiği ağır stres var.

İktidar söylem ve politikaları yüzünden, eğitimci azarlamayı kendine hak gören mülki amirler yüzünden toplumda ve hatta sınıfta eskisi kadar saygı görememenin stresi var.İktidar eksenli itibarsızlaştırma politikalarının bir sonucu olarak; her an bir veli ya da öğrenciden fiziki ya da psikolojik şiddet görebilme ihtimalinin stresi var. Liyakatsizce seçilmiş eğitim yöneticilerinin mobbingine maruz kalmanın stresi var.

Herhangi bir sosyal medya paylaşımı bahane edilerek soruşturma geçirme riskinin stresi var.Güvenceli çalışma, kadrolu istihdam bir hak olmasına rağmen öğretmenler odasının kadrolu, sözleşmeli, ücretli diye kategorize edilerek bölünmüş olmasının stresi var.OECD araştırmalarına bakarsak; öğretmenin kararlara katılımına bakarsak Suudi Arabistan ve Vietnam’dan sonra öğretmenin fikrinin en sorulmadığı ülkeyiz. Mesleğine dair bir kanun çıkarken bile kendisinden görüş alınmamış olmasının verdiği stres var. Zaten bu meslek kanunu, bizim için geçim derdinden sonraki en büyük sıkıntı.

Evet sendika olarak ilk günden beri bu meslek kanununa ilişkin en büyük tepkileri verdiniz. Şimdi sendikasız öğretmenler de sosyal medyada haftada bir-iki gün boyunca bir araya gelip kanun durdurun çağrısı yapıyor. Bu meseleyi bilmeyenler için bir kez daha kısaca anlatır mısınız?

Önce şunu söyleyeyim son zamanlarda sosyal medya üzerinden yoğun şekilde sınav iptal çağrıları yapılıyor bu süreci çok değerli bulmakla birlikte  yalnızca sosyal medyada yapılacak paylaşımlarla sorunlarımızın çözülemeyeceğini görmek lazım, gücümüzü örgütlülüğümüzden almalı ve gerçekten haklarımızı savunan ve savunacak olan EĞİTİM-İŞ gibi örgütlü yapılara katılmalıyız. Yalnızca sosyal medya üzerinden çağrı yapmak aşamasında kalan meslektaşlarımızın bir çoğunun maalesef ki sendikasız olduğunu ya da bugün mesleki saygınlığının yok edilmesinin ve yoksulluğunun en büyük sebebi olan yandaş sendikalara bir şekilde üye olmuş veya üye olmak zorunda bırakılmış eğitim emekçilerinden oluşmakta. Ama bu kanun vesilesiyle herkes şunu çok iyi görmüş oldu; eğitim emekçilerinin haklarını gerçekten savunan yer gücünü örgütlülüğünden olan Eğitim-İş’tir,  bu sözde meslek kanununu bile en başta beri müjde olarak ambalajlayan sarı sendikalar değildir. Bu farkındalık da bizi büyütüyor ve bundan büyük kıvanç duyuyoruz.

Kısaca anlatacak olursak biz, bir öğretmenlik meslek kanunu çıkmasına değil, bu öğretmenlik meslek kanununa karşıyız. Yani eğitimin paydaşlarına ve sürecin temel öznesi olan öğretmenlere dahi sorulmadan, Saray’ın talimatıyla, bir teneffüs arasında yazılabilecek basitlikte, bütününde 12 maddeden ibaret olan yürürlük ve atıf gibi maddeleri saymazsak öğretmenleri ilgilendiren 3-4 maddeden oluşan içeriği hukuksuzluklarla dolu boş bir metin, içeriğinde eğitim emekçisinin mesleki, özlük ve ekonomik sorunlarına dair hiçbir iyileştirici hamle barındırmayan ve aksine öğretmenlerin kazanımlarına saldıran bu meslek kanununa ilk gün olduğu gibi bugün de karşıyız. İlk gün olduğu gibi yarın da alanlarda olmaya, bu haliyle yürütülecek sözde meslek kanuna en güçlü şekilde yine karşı çıkmaya devam edeceğiz.

Ne yapıyor bu meslek kanunu?

- Bu meslek kanunu, yasalara göre zaten bir uzmanlık mesleği olan öğretmenliği itibarsızlaştırıyor. Fakültede zaten alanına göre eğitim alıp uzman olarak mezun olan öğretmenlere “gel bakalım uzman mısın? Bir daha bakalım” diyor.

- Öğretmenlerin mesleğini icra etmekten doğan haklarını şartlara/ kriterlere/ sınavlara bağlıyor ve bu haliyle hukukun kazanılan haklar geri alınamaz ilkesini, eşit işe eşit ücret ilkesini de çiğniyor.

- Daha bir kez dahi okullarda inceleme yapmamış, okulların gerçekliğinden uzak insanların hazırladığı videolarla öğretmeni angaryalara boğuyor.

- Zaten sözleşmeli, kadrolu, ücretli diye böldüğü öğretmenleri bu kez uzman öğretmen/başöğretmen diye ayrıştırıp birliklerini kırmak istiyor.

- Bu ülkenin tek bir Başöğretmeni varken, bazı öğretmenlere başöğretmen unvanı verilmesini öngören bu kanunla Cumhuriyet kavramlarının içi boşaltılmak isteniyor.

Maalesef bu kanunun okullara da kötü yansımaları olacak. 

Okullara nasıl yansımaları olmasını bekliyorsunuz?

Her şeyden önce öğretmenin kendini değerli hissetmediği, aklını işine veremediği bir eğitim sisteminin sağlıklı yürümesinden bahsedilemez. Çalışma barışının olmadığı bir okulda, eğitimin sorunsuz verilebileceği düşünülemez. Şimdi siz bu kanunla öğretmenleri daha da değersiz hissettireceksiniz, öğretmenler odasını bir kez daha böleceksiniz ve sonucunun iyi olmasını bekleyeceksiniz! İmkansız! Devlet okullarında her sene MEB’den gelen “Kayıt parası almak yasaktır” demeçlerinin aksine bağış adı altında para toplanıyor, biliyorsunuz. Şimdi bu kanundan sonra çocuklarını uzman öğretmenin ya da başöğretmenin sınıfına sokmak isteyen velilerden de bağış adı altında para toplanacağı muhakkak.  Bu hem kamusallığı biraz daha öldürecek hem de sadece öğretmenler arasında değil, öğrenciler ve hatta veliler arasında da suni rekabet filizleri ekecektir.

Bu meslek kanunu ilk zikredildiği günden beri en çok tepki gösteren, eylem ve basın açıklamaları yapan sendika olmamızın temelinde bu gerçekler yatıyor. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun sadece öğretmenler için değil milli eğitim sistemi için de büyük bir tehdit olduğu gerçeği yatıyor.

Ayrıca bildiğiniz gibi eğitim bir ekip işidir. Sadece öğretmenlerin değil, tüm eğitim emekçilerinin haklarının derhal tahsis edilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesi gerekiyor. Akademisyen arkadaşlarımız da tepeden inme getirilen üniversite yönetimlerinin baskı ve mobbingine maruz kalıyor ve yine onlar da 50/d adı altında güvencesiz çalıştırılıyorlar. Eğitimin idari ve yardımcı personeli de köle gibi sömürülüyor. Eğitime bütünsellikle bakan bir sendika olarak, bu sorunların çözümü için de yoğun mücadele veriyoruz.

Peki çok genel bir soru olacak ama ne yapmalı?

Ben de çok genel bir cevap vereyim o zaman: Eğitimin temel bir hak olduğu bilinciyle hareket etmeli ve toplumun tamamının da bu sorumlulukla hareket etmesini sağlamalıyız. Eğitimi de eğitimciyi de öğrenciyi de tekrar hak ettiği değere kavuşturmalıyız.

Eğitimi Anayasamızda altı çizildiği üzere laik, bilimsel, adil ve kamusal hale getirmeliyiz. Eğitimde liyakatı egemen kılmalıyız. Eğitimi, tüm bürokrasiyi bir örümcek ağı gibi saran dernek maskesi takmış tarikatlardan da öğrencilere müşteri, öğretmenlere köle gözüyle bakan patronlardan da kurtarmalıyız. Müfredatımızı çağın gereklerine göre, hatta daha da ileri bir görüşle hazırlamalı; ülkenin en büyük zenginliği olan yeni nesilleri bilgiye doyurmalıyız. Saraylar değil okullar ve yurtlar inşa etmeliyiz. Her çocuğun evine yakın ücretsizce gidebileceği bir okulun olmasını sağlamalıyız. Barınma, ulaşım ve beslenmenin Anayasal bir kamu hizmeti olan eğitimin ayrılmaz parçası olduğu bilinciyle, milli eğitimin tüm fiziki olanaklarını yeniden güncellemeliyiz. Eğitim politikalarının belirlenip uygulanmasında tabandan tavana kadar eğitimin tüm bileşenlerinin sürece katkı sunabilmesini sağlamalıyız.

Mevcut okulların fiziki şartlarını iyileştirmeliyiz. Öğretmenleri ödeyemediği faturasını kara kara düşünmeden kendisini sınıfına vakfedebildiği yani geçinebildiği ve kendisini değerli hissedebildiği şartlara kavuşturmalıyız. Öğrencileri “eğitimde feda edilecek fert yoktur” diyecek, öğretmenleri yeni nesilleri emanet edecek kadar önemseyen Başöğretmen Atatürk’e layık olmalıyız. Bu saydıklarım asla hayal değil, bizim mücadele rotamızdır. Toplum olarak Cumhuriyet’i de eğitimi de hak ettiği yerlere birlikte mücadele ederek taşıyabiliriz.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları