Sungu Çapan

Adalet iktidarın hizmetinde!

19 Ağustos 2011 Cuma

Amerikan iç savaşı sonrasında Abraham Lincoln’ın öldürülmesinin ardından kurulan mahkemede yargılanan masum bir kadının öyküsünü anlatan ‘Suikast’ mutlaka izlenmesi gereken bir film.

Bilindiği gibi 1865’te, Güneyli general Lee’nin, Kuzeylilerin muzaffer komutanı Grant’e teslim olmasıyla noktalanacak Amerikan iç savaşının son günlerinde, galip Kuzeylilerin askeri bir kutlama gecesine katılmaktansa bir Washington tiyatrosunda karısıyla oyun seyretmeyi yeğleyen, insanlığı kölelik ayıbından kurtarmasıyla ünlü, sevilen ABD Başkanı Lincoln, döneminin tanınmış bir sahne oyuncusu olan, Güneyli John Wilkes Booth tarafından tek kurşunla öldürülmüştü locasında.

Tiyatrodan Latince “Güneyin intikamı alındı” diye bağırarak kaçan, sonrasındaysa kıstırıldığı samanlıkta vurulan, bağnaz Booth’un, Kennedy suikastından 97 yıl önce bütün Amerika’yı büyük bir şoka sokan bu suikastı tek başına değil de bir örgütle yaptığına inanan dönemin “şahin” savaş bakanı Stanton’ın (Kevin Kline) buyruklarıyla, 7 kişi ve pansiyon işleten Mary Surratt (1980’lerin sabun köpüğü türünden TV gençlik dizilerinin güzel yıldızı Robin Wright, adeta bir Rahibe Teresa sükûneti ve tevekkülüyle canlandırıyor Mary’yi) adındaki Güneyli bir kadın derhal derdest edilip tutuklanıyor, Lincoln’ın yanı sıra başkan yardımcısıyla dışişleri bakanına karşı da düzenlenmiş bu suikast nedeniyle.

İşte bugün gösterime giren, (meraklısının zaten İstanbul Festivali’nin Akbank galalarında yakalayıp seyrettiği) son filmi “The Conspirator-Suikast”ta, ABD tarihinin idam edilen ilk kadını olan Mary Surratt’ın evlere şenlik yargılanma sürecini anlatıyor, yönetmenliği gittikçe oyunculuğunu geride bırakacağa benzeyen Robert Redford.

Mary’nin genç oğlu John, aktör Booth’un yakın arkadaşıyken, kızı (Evan Rachel Wood) da, yok etmesi gereken fotoğrafını sakladığı Booth’a körkütük âşık. Kadının pansiyonunda toplanarak tasarladıkları suikastı planlayan Booth’la sağ kolu John ve öteki işbirlikçilerin yanı sıra, oğlunun Güneyli arkadaşlarına oda kiralamaktan başka bir suçu olmayan Mary’nin, kurunun yanında yaş da yanar misali, vatan hainlerine yataklık ve yardakçılık etmekle suçlandığı askeri mahkemedeki savunmasını, sonradan gazeteciliği seçmiş Frederick Aiken (James McAvoy) adlı, savaş kahramanı bir Kuzeyli teğmen-avukat üstleniyor gönülsüzce.

Bireyin savunma haklarının askeri savcılarca yoksanmasıyla anayasaya aykırı olarak ilerleyen bu dava süresince, kadının gerçekten suçsuz olabileceğine gitgide aklı yatan ve sonuçta hukuksuzluğun hukuğun önüne geçeceği tehlikesini fark eden Aiken, kendisini savaş süresince beklemiş sevgilisi Sarah’yı bile karşısına alacak bir şekilde, müvekkili “rehine” Mary’den yana tavır alıyor ve çiğ süt emmiş, iki yalancı tanığın düzmece ifadelerini çürütüyor ama heyhat!

Tarihsel gerçeklere bağlı kalan, James Solomon imzalı, sağlam bir senaryoya dayanan “Suikast”le kâh western tarzı, kâh karanlık bir mahkeme filmi gibi seyreden ama tarihten günümüze, “Adalet ve yargılama çoğu kez muktedirlerin isteği doğrultusunda şekillenir” genellemesini doğrulayan, günümüzle benzerlikler kuran, ibret verici, görülesi bir film yapmış Robert Redford. İçeriği, atmosferi bakımından bizim kimi yetkili, özel mahkemelerde sürdürülegelen kimi davaları ve yıllardır içeride tutulanları anımsatan “Suikast”ı kesinlikle kaçırmamalı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları