Sungu Çapan

Elia Suleiman’ı özleyenler için

21 Şubat 2020 Cuma

Filistinli ünlü sinemacı Elia Suleiman’ın(ES’nin), 2009 yapımı “The Time That Remains-Geride Kalan”dan beri süregelen suskunluğuna artık son verdiği ve başrolünü üstlenerek kendini oynadığı yeni filmi “It Must Be Heaven-Burası Cennet Olmalı”, ES’nin Nasıra’daki evinde oturup dışarıyı seyrettiği, konuşmasız sahnelerle açılıyor.Pişkin bir komşusu bahçesindeki ağaca çıkmış, limon araklıyor, avcılığa meraklı bir başka komşusu da başından geçen kartal-yılan hikayesini anlatıyor.Yalnız yaşayan bir dünya vatandaşı olan kahramanımız, Filistin hakkında çekeceği bir film tasarısını Fransız yapımcısıyla görüşmek üzere Paris’e uçuyor ama önerdiği senaryo reddolunca bu kez yine sinema münasebetiyle çağrılı olduğu New York’a geçiyor, gözlemciliğini otel odalarında sürdürüyor.

Nasıra, Paris, New York...

Görüntülü günlükümsü bir turistik gezi niteliğindeki sahnelerle seyirciyi önce Paris’in yemyeşil Luxembourg parkına, sonrasında New York’un ünlü Central Park’ına da götüren film kabaca 3 bölümde (Nasıra, Paris, New York’da) geçiyor. Nereye giderse gitsin memleketini hiç aklından çıkarmayıp gündelik hayatın içine sıkışmış, absürt-abuk sabuk-komik durumlara bizi de tanık eden ES, sıkı bir gözlemci olduğu kadar Parisli, mini etekli dilberlerden gözünü alamayan bir güzel kadın röntgencisi aynı zamanda, sokakta ya da defilelerde salına salına yürüyen hatunları sürekli dikizliyor.Filistin’e adanmış film boyunca dilsizleşen ES’in ağzından çıkan tek sözcük de ‘Filistin’ zaten.

Filistin sevgisi

Batılı’nın Doğu’ya bakışı üzerinden memleket özlemine, yersiz yurtsuzluğa, azınlıklara ve göçmenliğe dair (doğrusu çok da önemli şeyler söylemese de) baştan sona Filistin sevgisiyle çekilmiş, Paris’le New York’un çokca benzeştiğini de vurgulayan olaylar ekseninde geçiyor “Burası Cennet Olmalı”.İlk bölümdeki Filistinlileri ürkütüp korkutarak sokaklarda dolanan İsrail tanklarını ya da sonrasında Fransa’daki gösteri yapan Sarı Yeleklilere ve halka polisin gazlı sopalı, şiddet dolu müdahalelerini izlerken ABD’deki Amerikan vatandaşlarının AVM’lere omuzlarındaki makinalı tüfeklerle filan girdiğine de tanık oluyoruz!Kolluk kuvvetlerinin çıkan çatışmalarda orantısız güç kullanmalarına da.Polisin Paris cafe’lerinde kaldırım işgallerini denetlemesine de.Hele New Yorklu, siyahi bir sarı taksi sürücüsünün karısına Filistin kurtuluş örgütü lideri Arafat’ın ülkesinden bir müşteri taşıdığını bildirdiği, ‘Karafat’lı (!) sahnesi, Batı medyasındaki kalıplaşmış, bildik Filistin imgesine renk katıyor. 

Sinema endüstrisine, çoğu olumsuz önyargılara ve klişe kültürel kalıplara da değinerek Batılıların Filistine bakışını, Ortadoğu yaklaşımlarını eleştiren, farklı coğrafyaları kat ederek ve ironik-mizahi öğelere baş vurarak “Burası Cennet Olmalı”yı çeken yazar-yönetmen Elia Suleiman’ın doğrusu  çoğu derinliksiz kaçan, genellemeci gözlemlerini bir araya getirdiği, sonuçta ilgiyle seyredilen ama ES’nin kendini yer yer tekrara düştüğü, hoş, ilginç ancak pek de yüzeysellikten kurtulamayan bir film olmuş.Yine de sessiz sinemanın görsel olanaklarını ustaca kullanıp şapkasını da başından çıkarmayarak çok deneyimli bir aktör gibi kendisini oynadığı, bildik bir sanat-gösteri dünyası yergisini de barındıran, seyirciyi 1,5 saatliğine eğlendiren bu yeni Elia Suleiman filmi, absürd mizahı, özenle tasarlanmış simetrik planları, gerçeküstücü dokunuşları ve içerdiği belli belirsiz melankolisiyle meraklısının es geçmeyeceği bir seyirlik kesinlikle.Elia Suleiman kendini tekrarlasa da Onu pek tanımayan sinefilleri yine referansları, renkli anlatımı ve esprileriyle cezbedecek bu taşlamanın Cannes’dan özel bir mansiyon ve uluslararası sinema yazarları federasyonu (FIBRESCI) ödülüyle döndüğünü ekleyerek bitireyim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları