Taner Baytok

Davutoğlu'nun Vizyoner Diplomasisi

13 Ocak 2011 Perşembe

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, kendi inisiyatifi ile düzenlenen büyükelçiler toplantılarının üçüncüsünü 3 Ocak 2011 tarihinde yaptığı bir konuşma ile açtı. Emekli büyükelçilerin de davet edilmesi inceliğinin gösterildiği bu açılışa ben maalesef iklim koşulları yüzünden katılamadım. Ama bakanımızın konuşmasını internetten kendi seslerinden birkaç kez dinledim.

Dışişleri Bakanlığı 1995 Mart’ında uzman kişilerin kaleme aldığı dış politikamızla ilgili makaleleri bir araya getiren Yeni Türkiye başlıklı bir kitap yayımlamıştı. Bu kitapta Mümtaz Soysal, Şükrü Elekdağ, Cem Zorlu gibi tanınmış uzmanlar yanında o zaman isimleri pek bilinmeyen Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun görüş ve yorumlarına da yer verilmişti. Gül ve Davutoğlu’nun bugün işgal ettikleri seçkin mevkiler dikkate alınırsa bu husus, kitabı hazırlayanların ileri görüşlülüklerinin bir göstergesi olarak alınabilir.

Ahmet Davutoğlu’nun Yeni Türkiye adlı kitabın 497-501’inci sahifelerinde yer alan Türk Dış Politikasında Stratejik Terori Yetersizliği başlıklı makalesinin dip notunda yazarın Malezya İslam Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doçent doktor olduğu kayıtlıdır.

Sayın bakanın 3 Ocak konuşmasını dinledikten sonra bu makaleyi bulup tekrar dikkatle okudum. Makalenin ana düşünce ve yapısına zarar vermemeye özen göstererek bazı bölümlerini aşağıya alıyorum: Doçent Dr. Davutoğlu, Osmanlı Devleti’nin her toprak kaybından sonra kalanın korunması telaşına kapılıp sınırların ötesinde kalanlarla ilgisinin koparıldığını, “ya mutlak hâkimiyet, ya da mutlak terk” açmazına girildiğini, ikisinin arasındaki alanlardan yararlanılamadığını savunmaktadır. Davutoğlu’na göre, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da Osmanlı-Türk politikalarındaki başarısızlıkların başlıca nedeni budur.

“Türkiye artık Balkanlar’da mutlak terkin sembolü haline gelen göçler politikasının yerini alacak alternatifler yaratmak zorundadır. Bu ana politikanın temelinde Balkanlar’daki Osmanlı-İslam kültürünün canlı tutulmasının yer alması kaçınılmazdır.

...Yeni bölgesel şartlar içinde Doğu Trakya ve İstanbul’un savunması Doğu Trakya’ya konuşlandırılmış olan konvansiyonel birliklerden değil, Balkanlar’da sınır ötesi oluşturulacak etki alanlarının diplomatik ve askeri alanda aktif bir şekilde kullanılmasından geçmektedir.

...Kafkaslar’da da durum aynıdır. Türkiye psikolojik bir yılgınlık içinde Kafkas içlerindeki tabii müttefik unsurları ve Rusların iç çelişkilerini kullanabilmenin hayalini bile kuramamıştır.

...Uygun konjonktürel şartlarda basiretli bir atak politika ile ele geçirilecek kazanımlar ihmal edilirse gelecekte Doğu Anadolu’yu savunmak için üstlenilecek masraflar daha fazla olacaktır. Balkanlar ile bir kıyaslama yapılır ise artık Doğu Trakya ve İstanbul’un savunması Adriyatik ve Saray Bosna’dan, Doğu Anadolu ve Erzurum’un savunması Kuzey Kafkasya ve Grozni’den başlamaktadır.

...Türkiye’nin Ortadoğu politikası da mutlak hâkimiyet, mutlak terk açmazının izlerini taşımaktadır. Bunun tek istisnası Fransa’nın terk etmesi ile doğan boşluğu değerlendiren Hatay politikası olmuştur.”

Davutoğlu 1995 tarihli bu makalesinde siyaset teorisyenleri ile siyaset yapımcıları arasındaki kopukluktan yakınmaktadır. Şimdi bu kopukluk kendisinin kişiliğinde giderilmiş durumdadır.

Davutoğlu’nun aradan 15 sene geçtikten sonra yaptığı büyükelçiler toplantısı açış konuşmasında kullandığı birçok kavram ve tanımın dahi aynı olduğu, bazı görüşlerin bakan olmanın sorumluluk ve deneyimi ile, daha barışçıl ifadelerle dile getirildiği, bir kısmının ise “öyle demedim, böyle demek istedim” şeklinde yeniden formüle edildiği görülmektedir. Bununla birlikte Davutoğlu’nun bakan olduktan sonra uygulamaya koyduğu politikaların altında yatan temel stratejinin bu makalede belirtilen asal görüşlerle bire bir çakıştığı çok açıktır. Bakanın Türkiye’yi, Türk Dışişleri’ni ve kendi liderliğinde yürütülen dış politikamızı anlatırken çizdiği parlak güneşli tablo elbette iç ve dışta yaşanan sıkıntılarda boğulan herkes gibi bana da moral kaynağı oldu. Ama bunu çok ileri götürerek retoriği gerçekten çok kuvvetli olan konuşmasında Türkiye’nin artık sadece bölgemizde değil bütün insanlığa hizmet verecek tarzda küresel düzenin odak noktasındaki bir ülke olduğunu, sorunların çözümünde akıl danışılan ülke durumuna girdiğini, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği ve G-20’lerde temel düzenleyici konumuna geldiğini, küresel stratejilerde görüşler ortaya koyup bunları herkese kabul ettirecek şekilde “vizyoner diplomasi” uyguladığımızı söylemesi, sanırım, bu işleri çok iyi bilmesi gereken diplomatlarımızca abartılı, inandırıcılığı az, gerçek dışı aydan gelen bir neşriyat olarak değerlendirildi. Bundan da önemlisi hedefler seçilirken ve bunların üstlerine gidilirken başarısız olmanın yaratabileceği olası tehlikeleri de gözden uzak tutmamak zorunluluğunu yakın tarihimizin bize çok iyi öğretmiş olması gerekir.

Bakan Davutoğlu görüş ve stratejilerinin abartılı olduğunu kendisi de takdir etmiş olmalı ki, konuşmasının sonunda bu stratejileri uygulamanın mümkün olup olamayacağı sorusunu yöneltti ve bunun yanıtını kendisi olumlu şekilde verdi. Bunun garantisi olarak da büyükelçilerimizi gösterdi. Başbakanımızın “monşerleri”nin bakanlarının ağzından böyle bir övgüye layık görülmeleri elbette onları çok memnun etmiştir.

Taner Baytok/ Emekli Büyükelçi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları