Veysel Ulusoy

Mikrop ekonomisi

02 Şubat 2020 Pazar

Yeni yıl çok hızlı, aynı zamanda çok olumsuz olaylar ile başladı.

Döviz kurlarında yukarı yönlü basınç, enflasyona ezdirilmeyen asgari ücrete yapılan akıldışı artış, deprem yağmuru, küresel büyümede yavaşlama ve nihayet koronavirüs...

Hepsi bir kenara, sonuncusu bu sefer çok ciddiye alındı... Niye mi?

En baş nedenini ekonomik büyüklükte aramak gerekiyor.

Önce 2002-2003 yıllarında yaşanan SARS virüsü benzer bir salgın niteliğiyle başlayan ve nasıl olsa kontrol edilir düşüncesiyle ele alınan koronavirüs salgınının, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) uluslararası acil durum ilan etmesiyle, önemi doruk noktasına ulaştı.

Bu yazımızda, böyle bir salgın hastalığın doğrudan ve dolaylı ekonomik maliyetini tartışmak istiyor, bunu yaparken de geçmişte yaşanan SARS ve benzeri salgınlar ile karşılaştırmalı analiz etmenin faydalı olduğunu düşünüyoruz.

Öncelikle doğrudan ekonomik ve toplumsal maliyetleri...

Bunlar, sağlık harcamaları, turizm sektörü ve perakende sektöründeki daralma ile işgücü verimliliğinde azalma gibi görülse de, sektörler arası etkileşimden kaynaklanan olumsuzluklar olarak karşımıza çıkar. Tüm bunlara çokça övündüğümüz küreselleşme yani ülkelerin entegrasyonunu eklediğimizde oluşacak bir tehlikenin boyutlarını daha fazla ölçümleyebiliriz.

2002 yılında ortaya çıkan SARS salgını, ülkeden ül keye değişme göstermekle beraber, gelişmiş ülkelerde milli gelirin yüzde 10’undan, Asya ülkelerinde ise yüzde 5’inden fazla bir kısmın sağlık harcamasına ayrılmasına neden olmuş, bu kapsamda halkın hemen hepsine temiz su, sağlığa erişim ve benzeri hizmet verilmiştir.

Bu tür salgınların daha değişik maliyetleri de var. İlgili maliyetler, salgının hangi sektörleri ne oranda etkilediği ile ölçülen ekonomik bulaşma konusu ile açıklanabilir. Örneğin SARS kısa dönemde birçok ülkede, sektörlerin ortalama olarak yüzde 30’undan fazlasını olumsuz etkilemiş, finansal piyasalardan uluslararası ticarete kadar birçok alanda ekonomik kayba neden olmuştur. (Grafik)

Sadece bu mu?

Tabii ki hayır... Ulusal üretim kapasitesinde de kayıplar ortaya çıkmış ve oran ülkelere göre yüzde 0.15’ten yüzde 2.63’e kadar değişiklik göstermiştir. En büyük kayıp da hizmetler sektörünün yüzde 90’lara ulaştığı Hong Kong’da gerçekleşmiştir. Ülkemizde de 2002 yılından günümüze gayrisafi yurtiçi hasıladan aldığı payı yüzde 55-60’lara yükselten hizmet sektörünün yeni koronavirüs salgınından ekonomik bulaşma yoluyla derinden etkileneceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.

Küresel ölçekte, hizmetler sektörü katma değerinin SARS’tan bu yana yüzde 100 artarak 50 trilyon ABD Doları’nı aştığı günümüzde, bunun yüzde 15’e yakınını sadece Çin tek ba şına oluşturmaktadır. Buna Çin’in dünya imalat sanayisindeki payını 2002’den 2019’a kadar olan sürede yüzde 8’den yüzde 25’lere kadar artırdığı gerçeğini eklersek sürecin ciddiyeti daha açık ortaya çıkacaktır.

Dahası da var... 2003 yılında Çin, dünyanın altıncı büyük ülkesi iken bugün ikinci sıraya yerleşti. Bu sürede küresel tüketim alışkanlığı değişti ve Çin artık sadece üreten değil, gelir artışı nedeniyle tüketimde büyük rol almaya başlayan bir ülke haline de geldi. Kısacası, aramalı ve son ürün üretimi ve tüketim hacmi ile başrolü oynayan bir ülke oldu Çin.

Her türlü afet ve salgın benzeri olaylardan sonra ortaya çıkan ekonomik kayıplara ek olarak bir de yerine koyamadığımız üretim gücü kapasitemiz var ki, uzun dönemde belki de en önemli olanı... Bu süreçte üretim ve talepten kaynaklanan eksiklikler ülke potansiyellerini düşürdüğü gibi, beklentileri de olumsuz etkileyecek güce sahip gözükmektedir.

Özetle, dünya ekonomisinde payını yüksek oranlara taşıyan, aramalı üretimi bağımlılığında öncü rolünü pekiştiren bir Çin ekonomisi yeni salgının haber etkisiyle bile küresel bir şoka neden oldu diyebiliriz. İlk belirtilerini borsalarda görmeye başladık. Bu belki de, merkez bankalarının faizleri daha da indirerek piyasaya nakit sürmeleri gerektiği yaklaşımıyla zaten var olan baloncukları büyütmesi için de bir neden-sonuç ilişkisidir.

Hal böyleyken, kısa dönemde, küresel bazda, yüzde 5’leri bulan ulusal gelir azalması ve uzun dönemde seküler durgunluğa da hazır olalım mı? 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerel 21 Nisan 2024
Döviz kuru şoku 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları