Bildiri

18 Ocak 2016 Pazartesi

Geçen hafta ülkemizin değişik üniversitelerinde çalışan 1128 bilim insanı, kimi yurtdışından katılımlarla birlikte, özü barış çağrısı olan bir bildiri yayımladı.
Ardından devletin tepesinden şimşekler çakmaya başladı.

Yeniden 12 Eylül mü?
Devlet eliyle bilim insanlarına yönelik daha önceki dönemlerin yıkıcı uygulamalarını bir tarafa bırakalım; bu ülkenin yaşadığı dört dörtlük (!) bir 12 Eylül yıkımı var.
O yıllarda yüzlerce bilim insanıyla birlikte 1402 saylı Sıkıyönetim Yasası uyarınca ODTÜ öğretim üyeliğinden uzaklaştırıldım. Tam bir tarafsızlıkla tanıklık ederim ki, o uygulama doğrudan ve dolaylı etkileriyle ülkenin bilim ortamını darmadağın etti; tamamıyla yıkıma sürükledi.
Günümüze gelelim. Bildirinin yayımıyla birlikte ve izleyen günlerde ülkeyi yönetenlerin her olanağı kullanarak imzacı bilim insanlarını, karanlık, hain, alçak gibi sözcüklerle suçlaması, giderek hedef göstermesi, düşünce özgürlüğü yönünden tek sözcükle ürkütücüdür ve hiçbir biçimde onaylanamaz..
Estirilen yok edici şiddet rüzgârı, bir hafta içinde tüm 12 Eylül’ü bile aratacak bir düzeye ulaşıyor; YÖK, kimi üniversite rektörleri ve savcılar harekete geçmiş bulunuyor; soruşturmalar, ev ve ofis aramalar, görevden uzaklaştırmalar, giderek hızlı gözaltılar birbirini izliyor; saldırıya diğer düşünce düşmanları, mafya sanıkları ve çok daha kötüsü yer yer öğrenciler de katılıyor.

Devletin görevi
Bildirinin içeriğini tartışmayı doğru bulmuyorum. Çünkü burada konu söylenen söz değildir, konu, söz söyleme hakkıdır; düşünce özgürlüğüdür.
İnsanlık tarihinin kanıtladığı gibi, ekonomik ve demokratik boyutlarıyla toplumsal gelişme yalnız ve ancak düşünce ve bunun açıklanmasının, kişi hakları, şiddete övgü ve ahlaka ilişkin yasal sınırlamalar dışında, tamamıyla özgür olduğu ortamlarda sağlanabiliyor.
Günümüzde, eğer demokratikse, devletin en vazgeçilmez ve temel görevi düşünce özgürlüğünü her türlü saldırı karşısında toplum adına korumaktır.
Bildiri olayına nesnel bakılabilirse görülür ki bildiriyi imzalayan bilim insanları, topluma karşı sorumluluklarının bir gereği olarak, ülkenin içinde bulunduğu savaş ortamından çıkılmasını, bu suça ortak olmayacağız diyerek, istiyor; ancak unutulmamalı ki, bu durumdan çıkış için başkalarını değil, yine devleti göreve çağırıyor; barışın sağlanmasını devletten istiyor!
Buna karşı AKP devleti, her olanağı kullanarak, korumakla görevli olduğu düşünce özgürlüğünün ezilmesi yoluna gidiyor. Bu sürecin neden olacağı ağır bireysel ve toplumsal kayıplar bir tarafa, AKP devleti, düşünce özgürlüklerini korumadığı bilim insanlarının can ve mal güvenliğini de tehlikeye atıyor.
Ülkenin ekonomik ve toplumsal gelişmesi açısından bundan daha ağır bir yıkım olamaz! AKP, toplumun beynine kurşun sıkıyor.
Usanmadan yineleyelim. Bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek var: günümüzde ekonomik ve toplumsal gelişmenin motoru bilimsel gelişme ve buna dayanan teknolojik yeniliklerdir. Bilimsel gelişme de yalnız ve ancak özgür düşünce ortamında var olabiliyor.

Ya anayasa!
Bilimsel özgürlüğü bu ölçüde suçlayabilen; üniversite özerkliğini tanımayan ve bugüne kadarki tüm uygulamalarında bilimsel bilginin yol göstericiliğinden tamamıyla uzak duran AKP iktidarı, bu büyük özgürlük eksikleriyle, demokratik bir anayasa yapılmasını da kesinlikle sağlayamaz.
Özetle, bu ülkede özgürlük savunucularının yolu yine çok çileli ve uzun olacak; ancak bilim tarihinin kanıtladığı bir gerçek var: sonuçta özgürlük kazanacak!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları