Özgür Mumcu

Devlet benim

19 Mart 2016 Cumartesi

Mussolini, korkmuş, bunalmış ve sıkılmış bir halka ikinci bir Roma İmparatorluğu vaat etti. Faşizm bile adını, Roma’da devlet otoritesini simgeleyen bir demet çubuğa iliştirilmiş baltadan alıyordu.
İşe başladığında fazla bir halk desteği olmayan Mussolini, 1924’te artık oyların yüzde 65’ini alabilecek bir güce erişmişti. Ancak Faşist Parti’nin bu zaferi, aynı zamanda faşistlerin yenilgisiydi. Meclisi ele geçirmişlerdi ancak siyasi gücü kaybetmişlerdi. Kendi başlarına bir anlamları kalmamıştı. Faşist olmak yetmiyordu, kazanmak için Mussolinici olmak şarttı.
Mussolini ülkeyi kendi atadığı ve kendine bağlı mülki idare amirleriyle yönetiyordu. Bütün partililer Mussolini ve onun adamlarına biat etmek zorundaydı.
Mussolinicilik faşizmi kapsayan, ondan büyük bir ideolojiye dönüştü. Dönemin uzmanı tarihçilerin büyük çoğunluğu, faşist liderin XIV. Louis’nin “Devlet Benim” kavramını yeniden canlandırdığı konusunda mutabık.
XIV. Louis bu sözü durduk yere sarf etmemiş. Yüzyılların geleneği olan “kral geldi mi herkes susar” kuralına uymayan Parisli parlamenterlere ağızlarının payını bildirmek için, belli ki gücün elinden gitmesinden tedirgin olup da “devlet benim” deyivermiş.
Krallar olsun, faşistleri bile boyunduruk altına almış Mussolini olsun, tek adamların yörüngesine girecek insan bulmak kolay iştir.
“Devlet benim” diyen XIV. Louis’nin torunu XV. Louis’nin işleri yolunda gitmiyordu. Önce Prusya’ya yenildi. Sonra Amerika’daki kolonilerini İngilizler ele geçirdi. Ama ona her daim haklı olduğunu söyleyecekler vardı. Pompadour Markiz’i kıvrıldı dizlerinin dibine: “Aman yahu, bizden sonra tufan” dedi.
Pek tipik bir tek adam anlayışıdır. İktidarı kimseyle paylaşmaz, kendini milletin ve devletin somutlaşmış hali zanneder. Ama bundan önemlisi, asıl inandığı yakın çevresinin dua gibi tekrar ettiği o sözdedir: “Aman yahu, bizden sonra tufan.
Bu söz, müthiş bir kendini beğenmişlik ve sonrasını düşünmeme içerir. Ancak sadece bundan ibaret de değildir. Aynı zamanda içten içe yapıp ettiklerinin yol açacağı muhtemel felaketleri hissetmek de söz konusu.
Yani hem iktidara sonuna kadar sarılmak hem de bunu yaparken uğursuz bir kehanetin gölgesiyle ürpermek.
“Devlet benim” ile “benden sonra tufan” arasında böyle şaşmaz bir bağlantı var. Hakikaten de çoğunlukla “devlet benim” diyenler, ya o ürperdikleri tufanla silinip giderler ya da onlardan sonra zamanında yörüngelerine girmiş olanlar o tufana kapılır.
Her halükârda kendini devlet zannedenlerin yönettiği memleketleri zor, pek zor zamanlar bekler.
Kendini devlet zannedenler kibirle yalvarır. Napoleon, 1812’de Varşova’dan geçerken generallerini, diplomatlarını, yüksek memurlarını toplar, açar ağzını yumar gözünü:
Hata yapsam da kirli çamaşırlar aile içinde yıkanır. Herkesin görmesine gerek yok. Benim Fransa’ya ihtiyacımdan çok Fransa’nın bana ihtiyacı var.
Kendisinin vazgeçilmez olduğunu bilmek istemek, kim bilir içeride nasıl devasa bir boşluğu doldurmak için.
O boşluk dolmaz.
O boşluğun girdabı boşluğun sahibini yutar.
Mühim olan memleketi o girdaba kaptırmamakta.
Onlardan sonra tufan. Tufandan sonra ise bir güvercin, gagasında bir zeytin dalı.
Barış talebi bir safdillik değil, “devlet benim” diyen tufanperestlere bulunmuş en eski ve geçerli cevap.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları