Bir ulus doğuyor

03 Eylül 2021 Cuma

Orhan Bursalı’nın 30 Ağustos yazısının başlığını görür görmez, “ilk fırsatta bundan söz etmek gerek” dedim. Gerçekten de Orhan Bursalı, “30 Ağustos’ta, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında halk ilk defa kendi varlığı ve geleceği için savaştı” derken herkesin çok iyi bildiği ama nedense altını çizmeyi pek de gerekli görmediği, çok önemli bir yönüne dikkat çekiyordu. 1919 - 23 savaşı, kendine özgü bir ulusal kurtuluş savaşıydı.

Ulusun kendi öz kurtuluşu için silaha sarıldığı bu savaşın en önemli özelliği, düşman güçlerinin top, tüfek, işgal, asker, silah bütün öğelerinin tamam olmasına karşın, en başat öğesinin ulusun olmamasıydı.

Evet, boyunduruk altına alınmış, bütün kalelerine girilmiş, bütün tersaneleri zapt edilmiş bir vatan vardı. Ama onun silaha sarılarak kendini kurtaracağı bir ulus yoktu. Daha doğrusu ulusal kurtuluş savaşı vardı da ulusun kendisi yoktu?

Peki, bu ulussuz ulusal kurtuluş savaşı nasıl zafere erdirilecekti?

***

Ulus olmayınca vatan da olmuyor, vatanın işgal edilmişliğinin de farkına varılamıyordu. Kurtuluş yıllarını anlatan yapıtlarda, “bu ulussuz ulusal kurtuluş savaşı” çelişkisi birçok yönüyle çarpıcı bir biçimde anlatılır.

Kurtuluşun komuta kademesi, lider kadrosu arasında bile zaman zaman görünen bu çelişki ne demek oluyordu? Yoksa ortada işgale uğramış bir vatan falan yoktu da yıllar yılı cepheden cepheye koşmuş olduğu halde hâlâ “maceraya doyamamış, gözü dönmüşlerin halkı kışkırtmasıyla tezgâhlanmış bir ayaklanma” mı söz konusuydu?

Pek de öyle değildi. Yıllar yılı yüzyıllar boyu, padişahımız efendimizin mülkü uğruna, vatan sanılarak bunca insan can vermişti.

Mesele mülk ile vatanın, tebaa ile vatandaşın farkını görmek ve oluşturduğu ulusu görmeksizin, başka bir ulusun ve vatanın çocuklarının toprakları üzerinde egemenliğe ortak çıkmaya çalışarak, elin oğlunun vatanı için gözyaşı ve kan dökmek aymazlığından kurtulmaktı. Yoksa vatan şairi Namık Kemal’in belirttiği gibi yiğitçe ama temelsiz ve haksız nedenler için başkalarının vatanı ile kendisininkini karıştırıp nafile savaşları vermek durumunda kalınırdı.

Kurtuluş Savası öncesi savaşları, nafile namazı misali nafile savaşlarıdır.

Bu durumda yapılacak şey belliydi. Olmayan bir ulusun nafile savaşını vermek yerine, önce o ulusu oluşturmak gerekliydi.

Bir ulusu yoktan var etmek değildi söz konusu olan. SÖZ KONUSU olan, ulusun toplumun derinliklerinde oluşan öğelerinin farkına varmak ve güçlendirmekti.

Ulusun kurtarılma bilincine ulaştırılması için öncelikle bunun oluşturulması gerekiyordu,

***

Neydi bir ulus?

Ulus, ulus devlet kuramcılarından Ernest Renan’a göre bir özlem, bir düşünce biçimiydi, bir ruhtu.

O, ortak bir geçmişten geldiğini düşünen, ortak bir yaşamı el ele yaşamayı sürdürüp ortak bir geleceğe yönelmeyi tasarlayan bir insanlar topluluğuydu.

Demek ki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başarıya eriştirmek, ancak toplumun içindeki ulus cevherini ortaya çıkarmak ile mümkündü.

Kurtuluş Savaşı’nın önderleri de (Önderler kadrosunun hepsinin bu gereksinmeyi tam olarak kavradıklarını söylemek mümkün değildir.) yine de Başkomutan’ın etkisiyle bu yolu tuttu.

30 Ağustos günü askeri zafer ile de taçlandırılan Ulusal Kurtuluş Savaşı, önce kurtarılacak ulusu oluşturdu, sonra da Orhan Bursalı’nın belirttiği gibi savaşın ilk defa halkın öz varlığı ve öz yarınlarına yanıt verir nitelikte olması sayesinde kurtuluşu gerçekleştirdi. Bugün büyük zaferin 99. yılında askeri alandan önce kazanılması gereken uluslaşma alanında işler tersine gitmekte, ulusun sınırları ters yöne evrilmektedir.

Bugün Kurtuluş Savaşı’nın ulusal niteliği yok edilmek için gerekli olan her şey yapılmıştır.

Şimdi kala kala yapılacak bir tek, bağımsızlıkçı laikleri İzmir’den denize dökmek kaldı. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları