Şairin ölümü…

19 Şubat 2022 Cumartesi

Pazar günü öğleden sonra Zeynep (Altıok) aradı; Salih’in bizi terk ettiğini haber verdi. Onunla gözyaşları içinde konuşurken çocukluğum, ilk gençliğim, üniversite yıllarım ve sonrası gözümün önünden bir film şeridi gibi aktı. Salih, belki de hatıralarımdı. Ve onun gidişiyle içimden büyük bir kaya boşluğa doğru hızla koptu, gitti. Aslında rahatsızlığını biliyordum. Hastaneye yattıktan sonra günaşırı mesajlaştık…  “Ölmemeye dair” söz verdi. Sözünü tutamadı. Yoğun bakıma alındıktan bir süre sonra irtibatımız kesildi. Ancak sağlık durumuna dair bilgi almaya devam ettim. İçimde yeşeren bir umut kırıntısı vardı. Bir anda her şey bıçak gibi kesildi. 

*

Sanırım on, on iki yaşlarındaydım. Ankara’da Ahmet Say’ın işlettiği ABC Kitabevi’nde perşembe günleri edebiyat söyleşileri olurdu. O söyleşilerden biri Ceyhun Atuf Kansu Ödül Töreni’yle birleştirilmişti. Çocuk aklımda her şey puslu. ABC Kitabevi’nin merdivenlerinden Salih Bolat’ın oğluyla birlikte koşarak inip çıktığımızı hayal meyal hatırlıyorum. O yıl “Karşılaşma” kitabıyla Kansu ödülünü almıştı Bolat. 

Salih Abi’nin, Salih’e dönüşmesi ise mucize gibidir. Önce babamın arkadaşıydı, sonra benim. Bizi yakınlaştıran her şeyden önce şiirdi, sözcüklerin büyüsüydü, Türkiye’nin içinde bulunduğu hiç ama hiç bitmeyen acılardı. O yıllardan bize kalan belki de onun kaleme aldığı, “anladım, ülkemi sevdiğimi…” dizesiydi. Ülkeye vurgun kuşaklar hüzünleri, sıkıntıları, öldürümleri yaşadı. Şiir sanatı da zaman zaman vicdan tartımının içinden kendi namusuyla geçti. Bir taraftan da bu karanlık denizde, zulüm ikliminde “vicdan” sahibi olmak bile şiire dahildir.   

*

 Salih Bolat, “Bir Afişin Önünde”den başlayarak hayatın ana kaynağından beslenen, kendi kişisel tarihini önce doğduğu coğrafyanın sonra da ülkenin tarihiyle birleştiren bir şiir bıraktı ardında. “Sınır ve Sonsuz” kitabındaki “Kilikya” şiiri tam da kendi memleketi Adana’nın ipincecik çocuğunun nasıl kendini şiire emanet ettiğinin kanıtı gibidir: “Çukurova yaralı bir geyik gibi/ yıkılınca toroslardan aşağı/ ötelerde bir deniz sürüsü takılır ağa/ bir martı susar.”  

*

Seksenli ve doksanlı yıllarda Ankara’nın edebiyat çeperi genişti. Cep telefonu yoktu; iletişim ağları sıklıkla gidilen ortak buluşma mekânlarıyla birleşmişti. Kimi zaman Bilim ve Sanat Kitabevi’nin önünde, kimi zaman Mülkiyeliler’de edebiyata dair hoş sohbetler olurdu. O buluşmalarda, Salih, şiire dair düşüncelerini paylaşır; genç bir şairin çok sevdiği bir şiiri için heyecanını sakınmadan ortaya koyardı. Kendi yazdıklarından söz edilmesi onu çocuk gibi sevindirirdi. Halil Cibran’ın o güzelim deyişi, “Ben ustamın ustası, çırağımın çırağıyım”ın içinden akan son kuşak şairlerdendi. Hâlâ birtakım dergilerin edebiyatta belirgin olduğu dönemdi. Varlık’ta şiirinin yayımlanması “şair”liğin ispatı gibiydi. Belki de bu nedenle onu hep lacivert çoban mantosunun cebine koyduğu Varlık dergisiyle hatırlıyorum.  

*

Salih, dinginliği bir parça da olsa doğayla alışverişiyle mümkün kılıyordu. Mutsuz bir çocukluk yaşamıştı aslında. Dilin içinde saklı duran şiiri bulabilmek için de taşlara, bulutlara, yıldızlara, kuşlara inanmıştı bir anlamda. Özellikle “Atların Uykusu”yla şiirini doğanın içinden alarak büyük ve olgun ezgisiyle tamamladı: “Kim anlatabilir ki hüznün mesafesini /dağ öyle durmuşsa, bir bildiği olmalı /bir bildiği olmalı, deniz çıldırmışsa /şu yalnızlık, şu aşk, şu ölüm /geceyi deliyor kuşun soluğu, baksana.” Belki de bunda iletişim fakültesindeki öğretim üyeliğinin de etkisi vardı. Sinemacı gözüyle tarıyordu dünyayı. 

*

Balzac, “Goriot Baba”da, “Kurumuş yürekler mi ürkütücüdür? Yoksa boşalmış kafatasları görmek mi? Kim karar verebilir” der ya… 

Aklın ve yüreğin talan edildiği dönemlerde Salih’in de içinde bulunduğu kuşak, şiiri, hayatın içinde hâlâ en kıymetli gerçeklik haline dönüştürmeyi başarmıştı. Salih’in, çok sevdiği şair Melih Cevdet’in olduğu Büyükada mezarlığına gömülmek isteyişi bir tesadüf değildi. Akla vurgun bir şair olan Melih Cevdet’e kendi lirik şiirini getirmiş, sunmuştu adeta. 

Bugün; yaşamının son on yılında mutluluğu ona veren sevgili Berken’in hüznünü düşününce bizimki bir şairi kaybetmenin can yakıcı ıstırabına dönüşüyor yalnızca. 

*

Hoşça kal Salih. Seni çok özleyeceğiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları