‘Bağımlılık’ ve ‘değişim’

26 Haziran 2023 Pazartesi

Faiz artışının yüzde 15’te kalması ekonomistlerde, piyasalarda düş kırıklığı yarattı. Adeta, 50 mikrogram beklerken 15 mikrogram “madde” almış bir bağımlı gibi söyleniyorlar. Yetmedi yetmedi! Gerçekten de karşımızda bir bağımlılık durumu var. Türkiye kapitalizmi dış kaynak girişi olmadan yaşayamıyor. Dış kaynak girişi aksamaya başlayınca “terlemeye”, “titremeye”, “dış kaynak için her şeye hazırım” sinyalleri vermeye başlıyor.

Nasıl uyuşturucu “kartelinin” belli beklentileri varsa uluslararası mali sermayenin de gelmek için belli talepleri var. “Kartel” piyasadaki rakiplerini tasfiye eder; politikacıları, polisleri maaşa bağlar; egemenliğini kurunca yayılmaya başlar. Uluslararası mali-sermaye belli bir değerlenme (ülkede üretilen “artık-değerden” pay alma) oranı, hareketlerinde, araçlarında serbestlik güvencesi ister. Uluslararası mali-sermaye de değerlenme sürecine yerli kapitalistleri, politikacıları, devlet bürokrasisini ortak eder. Onlar da ekonomik-siyasi yaşamlarını uluslararası sermayenin gereksinimlerine göre düzenleyerek “artık-değerden” beslenmeye çalışır; gittikçe derinleşen bir bağımlılık ilişkisi oluşur. 

Örneğin bunlar, ülkede üretimi belli bir nüfusun geçim kaynağı olan malları, dünya piyasasından daha ucuza ithal ederek yerli üreticiyi yok etmekten çekinmezler. Buna karşılık, kısa dönemde piyasada o malın fiyatı düşerken orta ve uzun dönemde, hem istihdam edilmesi gereken yeni nüfusun, ithalata devam edebilmek için yeni dış kaynak talebi artar; fiyatlar dövize endekslenir. Bir başka örnek: İthal ikamesini terk ederek hammadde ve ara mal girdilerinin ithalatına dayalı bir ihracat ekonomisi yaratırsanız, başlangıçta döviz gelirleriniz artarken, girdilerin ithalatına bağımlılığınız, dış kaynak gereksiniminiz artar. Ülkede “artık-değer” üretimi düşmeye, ya da dışarı transfer edilen kısmı büyümeye devam ettikçe, daralan toplam “artık-değeri” temsil eden paranın hacmi de daralmıyorsa değeri (alım gücü) düşmeye başlar, fiyat artışı hızlanır: Enflasyon.

Gelirken, değerlenmek için yerli paraya dönüşen mali sermaye, çıkmak için yeniden kendi parasına dönerken zarar etme riskiyle karşılaşmamak için enflasyonun kontrol edilmesini, reel faizin yüksek tutulmasını, gerekirse acilen artırılmasını talep eder. Artan faiz oranları “artık-değer” havuzunu daha da küçülttükçe enflasyonist bir kısır döngü oluşur. 

Buradan iki çıkış yolu var: Birincisi para hacmini, “artık-değer” “havuzuna” uygun biçimde daraltmak (ekonomiyi küçültmek halkı yoksullaştırmak). Bu mali-sermayenin tercihidir. Kısa dönemde, madde bağımlısı gibi biraz rahatlatır ama, bağımlılık derinleşir. Borç yükü arttıkça, borç ödeme kapasitesi zayıfladıkça, “kartelin” dayatacağı kimi “uygunsuz” taleplere de katlanmak gerekecektir.

İkinci yol (hâlâ kapitalizmin içindeyiz) ülkenin “artık-değer” üretme kapasitesini güçlendirmekten geçiyor: Yerli, sanayi-tarım üretimini güçlendirmek, iç tüketimi desteklemek, bunun için devlet kaynaklarını da kullanmak. Büyük sermayeyi bu yeni programı desteklemeye ikna etmek-zorlamak, rantiye ekonomisini hızla daraltarak ranta giden payın, “artık-değer” üretimi devresi içinde kalmasını sağlamak. Dış borç ödemelerine belli bir süre için ara vermek. Tüm bunları bir halkçı, dayanışmacı, kardeşlik, laiklik-özgürlük, bilimsel-kültürel yenilenme (Rönesans) söylemiyle desteklemek.

Bunlar, siyaseti “ahlaki sorunları tartışma kulübü” sanan, ittifaklar deyince aklına sağındaki akımlar gelen, ekonomi deyince neoliberalizmin ötesine bakamayan, özgürlük dayanışma deyince aklına baş örtüsü filan gelen bir CHP ile mümkün mü? Bu CHP’de değişimin ne kadar zor olduğunu düşünerek, sol hareketin hızla, güçlerini bir araya getirecek en azından bir ortak platform oluşturmaya başlaması gerekiyor. Bu platform oluştukça CHP’de sağlıklı bir değişim olasılığı da güçlenecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları