Seçimlerden sonra, CHP liderliği ağır bir krize girdi. Seçmeninde de bir düş kırıklığı, liderliğine ilişkin ağır bir güvensizlik görülüyor. AKP işine devam ederken, CHP’nin sonuçları açıklama “telaşı” durumu daha da ağırlaştırdı. Seçim sonuçlarını aşan, CHP’nin varlığını sorgulamaya başlayan bu durum, bence artık üzeri örtülemeyen, derin bir kimlik krizinden kaynaklanıyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ın, insanın aklına, T.S. Eliot’un “deneyimi yaşadık ama anlamını kaçırdık” ve Talleyrand’ın Bourbon restorasyonu için söylediği “ne bir şey öğrenmişler ne de bir şey unutmuşlar” sözlerini getiren değerlendirmelerinden başlayabiliriz.
Mahalle sorunu
CHP, “bizim mahalle’ye hitap eden dili” terk edecek;“karşı mahalle’den oy isteyen, onlara hitap eden bir dil ve çalışma yöntemini” benimseyecekmiş.
Böylece, CHP, siyasal İslamın projesine direnen tek kitleyi terk edeceğini söylemiş olmuyor mu? Sonra, bu “mahalle” kavramı... CHP’nin ait olduğunu iddia ettiği “Aydınlanma geleneği” insan gruplarını siyasi ekonomik ve kültürel özellikleriyle tanımlar. “Mahalle” kavramı hangi geleneğin söylemine ait?
“Hitap etmek” de ilginç bir ifade. Sesini duyurmak anlamına geliyorsa, CHP medya tekeli nasıl aşacaktır? Yok, “arzulara cevap veren konuma geçmek” anlamında artık başka şeyler söyleyecekse, CHP, “bizim mahalle”ye hitap etmekten vazgeçerken, kimlerin, hangi arzularına cevap vermekten vazgeçecektir?
Sakın CHP, “bizim mahalledekiler” nasıl olsa “tıpış tıpış gidip oy verecektir; esas önemli olan AKP’ye oy verenlerin arzularıdır” diye düşünüyor olmasın? Öyleyse, burada hem bir kendi geleneğine ihanet, hem bir başka geleneğe biat ilişkisi birlikte işlemiyor mu? Kendi tabanına yukardan bakan bir aymazlık, hatta “hubris” sergilenmiyor mu?
Proje yokluğu - Kimlik sorunu
Seçim sonuçlarının “objektif bir analizi” de ne demek? “Türkiye’nin seçimlerdeki fotoğrafı” hangi açıdan çekilecek? Neler karenin dışında bırakılacak? Bu kararları hangi “fotoğrafçı” (ideolojisi, siyasi eğilimi -yine kimlik sorunu-) verecek?
Toplumsal olaylara, ideolojilerden, arzulardan etkilenmeden bakmaya olanak veren nötr bir nokta yok ki! “Kısır tartışmaların içerisinde boğulmamaktan” söz etmek de, “tartışmayı kesin, liderliğin ideolojisinin, arzularının hâkim olduğu noktadan bakın” demek anlamına gelmiyor mu?
Şimdi, gelecek seçimlerde, daha büyük bir krizi önlemek; yok olarak, ülkeyi bir tek parti düzeninin içine atmamak için, CHP liderliğinin, olaylara, hangi ideolojinin, arzuların, kısacası hangi projenin merceğinden bakmak istediğine acilen karar vermesi ve bu kararı açıklaması gerekiyor.
CHP liderliği bugüne kadar siyasal İslamın karşısına tanımlanabilir bir proje koyamadı. Bu durum CHP’nin bir kimlik krizi yaşadığını gösteriyor. CHP ne sosyal demokrat ölçütlere uyuyor, ne muhafazakâr partilere; ne de İslamcı, milliyetçi partilere tam olarak benziyor. CHP hepsinin bir karışımı olmaya çalışıyor, hem de İslamcı-milliyetçi bir hegemonyanın altında.
Bülent Tezcan, parti dışından uzman bir heyet getirmekten, parti hassasiyetleri dışında bir analizden, partinin Ar-Ge biriminin, seçimlerin sonuçlarına ilişkin siyasi analizinden dem vururken aslında ne demek istiyor? Niye parti dışından? Parti hassasiyetlerinin dışından ise, hangi hassasiyetlerin içinden? Partinin Ar-Ge biriminin analizine hangi hassasiyetler yön verecek? Ortada bir proje yokluğu, kimlik sorunu varken, tüm bunların “gereken komiteleri kurmak için komiteler kuracağız” gibisinden bürokratik bir “halı altına süpürme” işleminden başka bir anlamı var mı?
“Partinin yetkili organlarında yapılacak değerlendirmenin ışığında gelecek planlamasını yapacağız” ifadesi de “hâlâ bir gelecek planımız, projemiz yok” demek değil mi? Adeta CHP liderliği, bakışı altında yaşadığını düşündüğü “Büyük Öteki”nin kendisinden, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi olmasını değil de, daha Müslüman, daha milliyetçi, siyasal İslam karşısında daha teslimiyetçi olmasını beklediğine inanıyor. CHP liderliği partiyi adeta bir ötanazi sürecine sokuyor!
CHP’nin krizi
Yazarın Son Yazıları
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...
İskoçya’da imzalanan ABD-AB ticaret anlaşmasını, bir yorumcu, İngiltere’nin “Süveyş anına” benzetti. İngiltere, 1956’da Fransa ve İsrail ile Süveyş Kanalı’nı ele geçirmek için hamle yaptığında, ABD’nin, “Geri çekilmezsen finansal sistemini çökertirim” tehdidine boyun eğmiş, artık hegemonyacı bir güç olmadığını öğrenmişti. Sanırım, bu anlaşmayla, Avrupa Birliği de ABD ve Çin’in yanında 3. bir küresel hegemonya merkezi olmadığını anladı.
Çin liderliğinin iki yol ayrımı önünde tercih yapması gerekiyor.
Kürt hareketinin siyasi ve askeri temsilcileri uzun erimli bir proje bağlamında süreci ilerletebilecek bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Ancak süreci doğru anlamlandırabildiklerinden emin değilim. Bugüne kadar Kürt halkının haklar ve özgürlükler taleplerini her zaman desteklemiş biri olarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Japonya’da pazar günü yapılan “Üst Meclis” seçimleri, ülkenin siyasi manzarasının değişmeye başladığını gösteriyor...
Ortadoğu’daki gelişmeleri jeopolitiğin gözlükleriyle okuma alışkanlığı yaygın. Halbuki, “jeopolitik”, devletlerin, “coğrafya kontrolü” konusundaki arzularına, kaygılarına ilişkindir. Emperyalizm ise kapitalizmin andaki ve bu anı kapsayan dönemdeki özelliklerinin anlaşılarak eleştirilmesine...