Önemli olan Davutoğlu’nun istifası değil!

12 Mayıs 2016 Perşembe

Davutoğlu’nun istifası, “Pelikan dosyası” üzerine tartışmalar yoğun. Bence esas tartışılması gereken, Meclis Başkanı’nın laiklikle ilgili açıklamasıyla, Can ve Erdem arkadaşlarımıza verilen ceza, Can’a silahlı saldırı arasındaki ilişki. Davutoğlu’nun istifası rejimin mekaniğine ait. Bu ilişki ise, rejimin hakikatine ışık tutuyor.

Laiklik, demokrasi, özgürlük
İlber Ortaylı geçenlerde bir yazısında, “LAICUS’ Yunancadan gelme Latince bir tabir. Yunanca’da düpedüz ‘halk’ demektir”... Latinin ‘laicus’u da ‘rahiplerin dıs¸ında kalan’dır.”... “Egˆitim ve bilgi, ruhbana ait bir imtiyaz ve nimet oldugˆundan ‘is¸ bilmez, egˆitimi düs¸ük’ adam anlamında da geçer” diyordu. Bu saptama, ruhban sınıfının bilgi üzerindeki tekeline işaret ediyor ve Laicus kavramı da, halkın, çoğunluğun yönetimi anlamına gelen demokrasi kavramıyla buluşuyor.
Gerçekten de bugün laiklik, kapitalizme, kapitalist sınıfın, “eski rejime” karşı siyasi, kültürel mücadelesine ait bir kavram.
Yükselmeye başlayan kapitalist sınıf, toplumda zamanın, mekânın paylaşımını, konuşulabilir olanın sınırlarını kendi yaşam pratiğini kolaylaştıracak, yeniden üretecek biçimde genişletmek istediğinde siyasi, ideolojik engellerle karşılaştı. Bunları aşmak istediğinde de karşısına öncelikle İlber Hoca’nın değindiği ruhban sınıfının, onun tekelinde tuttuğu bilginin, bu durumu yeniden üreten kurumsallaşmış dinlerin baskıları çıkıyordu.
Ruhban sınıfına, kurumsallaşmış dine yönelik eleştirilere 16. yüzyıldan itibaren gittikçe artan oranda, yeni sınıfın önde gelen entelektüellerinin (Örneğin: Hobbes, Spinoza) yazılarında görüyoruz. Bu yazarlar, “mucize” kavramına karşı neden-sonuç ilişkisini, doğanın yasalarını, dini düşünceye karşı bilimsel düşünceyi, felsefeyi savundular. Aydınlanma “olayı” sırasında da, Voltaire, Hume, Rousseau, Kant gibi düşünürler, insanın yaşam pratiğinin, aklının özgürleşmesi için kilisenin devletin müdahalesinden kurtulması gerektiğini savundular.
Özetle: Bugünkü laiklik kavramının tarihsel içeriğini ruhban sınıfının, kurumsallaşmış dinlerin toplumsal egemenliğine karşı itirazlar, ruhban sınıfının bilgisini sorgulama, eleştirme özgürlüğü, dini siyasi iktidar alanından (kamusal alandan) çıkartma talebi oluşturdu.

Ve bir hegemonya operasyonu...
Laiklik kavramı, siyasal İslamın, AKP aracılığıyla iktidara yükselme, zamanın, mekânın paylaşımını, konuşulabilir, görülebilir olanın sınırlarını kendi yaşam pratiğini destekleyecek biçimde genişletme, giderek hegemonyasını inşa etme sürecinde tepetaklak edildi: Laiklik, liberal entelijensiyanın azımsanamayacak katkılarıyla, demokrasinin, özgürlüklerin karşıtı olarak sunuldu.
Laikliği yeniden tanımlama, yumuşatma söylemi var olan rejime karşı, özgürlükleri genişletme yönünde değil, siyasal İslamın entelijensiyasının (ulemanın: bir ruhban sınıfın) iktidarını ve simgesel evrenini (Sünni İslamın hakikat rejimini) restore etme yönünde işleyen bir söylemi besledi.
Ülkede laikliği daha da geliştirmek, örneğin Sünni İslam ile devlet arasındaki bağı kopartmak, düşünce, eleştiri özgürlüğünün sınırlarını genişletmek yerine, laikliği özgürlük kavramının karşısına koyarak sınırlamayı amaçlayan söylem, aslında düşünce, eleştiri özgürlüklerini giderek sınırlayan bir hegemonya sürecinin önünü açtı.
Bir süredir, konuşulabilecek, anlamlandırılabilecek olanın sınırları, siyasal İslamın yaşam pratiğinin gereksinimlerine göre yeniden belirleniyor. Can ve Erdem gibi, barış isteyen akademisyenler gibi, yandaş basına katılmayan gazeteciler gibi, bu pratiğin içine sığmayanlar, giderek artan oranda, fiziki, simgesel şiddetle susturulmak isteniyor.
Bugün laikliği savunmak, düşünce özgürlüğünün, demokratik hakların genişletilmesini savunmaktır. Düşünce özgürlüğünü, demokratik hakları savunmak, dinin kamusal alandan çıkarılmasını savunmaktır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları