Uygarlığın uzun tarihi-yeni kavramları

05 Ocak 2023 Perşembe

On yıl önce, finansal krizin ertesinde, yüz yıl geriye bakıp I. Dünya Savaşı’na giden koşulları, “Büyük Depresyonu” anımsıyor, korkuyorduk. Son on yılda çok daha geriye, uzağa bakan, Social conquest of earth (Dünyanın toplumsal fethi- Edward Wilson, 2013), Sapiens (Harari, 2015), The Precipice (Uçurumun kenarı - Toby Ord, 2021), The Dawn of Everything (Her şeyin şafağı, D. Graeber, D. Wengrow- 2021) gibi çalışmalarla karşılaşıyoruz.

“Uygarlığın tarihini bütünüyle değerlendirme çabaları neden bu kadar ilgi çekiyor?” diye düşünürken Heidegger’in bir yerde, “insan yaşamının anlamını ancak en sonunda ya da sonuna doğru bir noktada, değerlendirebilir” gibi bir şey yazdığını anımsadım. Acaba, uygarlık yaşamının sonuna geldi, geleceğini yitirdi de ondan mı, tarihinin tümünü konu alan, yaklaşık 400-700 sayfalık kitaplar haftalarca “bestseller” listelerinde kalıyor? 

Hobbes ve Rousseau’nun yaptığı iki farklı teşhisten, Darwin’den bu yana, insanın biyolojik, toplumsal özelliklerine, geçen yüzyılda da beyin-bilinç bağlantısına ilişkin, bilimsel akademik, kitaplar hep vardı. Ancak uygarlık tarihini bütünüyle değerlendirmeyi amaçlayan iddialı yapıtların son yıllarda bu kadar popüler olması sanırım yeni bir olgu. Bu olgunun yanı sıra, literatüre, “polycrisis”, “Zeitenwende”, “Degrowth” gibi yeni kavramlar da giriyor. Bu yorumlarda, bir küreselleşme döneminin kapandığına ilişkin gözlemlere, “Küreselleşme sonrasına” ilişkin yeni kavramlarla birlikte gelen sorulara çok sık rastlanıyor. 

“Küreselleşmeden sonra” temasına “ABD hegemonyasından sonra” teması eşlik ediyor. Bu bağlamda “Yeni Soğuk Savaş eskisinden daha tehlikeli” saptaması, “Çin merkezli bir dünya nasıl bir şey olacak” soruları, üç alanda kaygıları güçlendiriyor: Birincisi, Çin totaliter devlet kapitalizmine, haklar ve özgürlüklere değil görevler ve sorumluluklara dayanan bir modeli temsil ediyor. İkincisi, ilk Soğuk Savaş’ta rakiplerin ikisi de II. Savaş sonrasında, galipler tarafında, “süper güç” statüsüne, birçok ortak değere dayanarak birlikte yükselmiş, bir denge kurabilmişlerdi. Bu kez ABD’nin gerilerken yeni bir dengeyi, Çin’in yükselirken verili düzenin yerleşik kurallarını kabullenme olasılıkları sıfıra yakın. İlk Soğuk Savaş’ta, fay hattı Avrupa’dan geçiyordu, burada başlayacak bir savaşı sınırlamak olanaksızdı. Bu kez, fay hattı Hint-Pasifik havzasından (denizden) geçiyor; bir savaşın, burada sınırlanabilme olasılığı, çıkma olasılığını artırıyor. Üçüncüsü, iki büyük gücün karşılıklı konuşlanma çabası, orta büyüklükteki “bağımlı” ülkelerin yöneticilerinde, bir süper gücü öbürüne karşı dengeleyerek kendilerine alan açabileceklerine ilişkin, doğruluğu oldukça şüpheli algılar yaratıyor. Bu durum yerleşik ittifaklar düzeninde parçalanma eğilimini, oynak-karmaşık ittifaklar, istemeden bir büyük savaşa sürüklenme ya da yol açma risklerini güçlendiriyor.

“Küreselleşmeden sonra” ve “ABD hegemonyasından sonra” temalarına, “küresel ısınmada ‘geri dönülemez sınır’ aşıldıktan sonra...” teması ekleniyor; böylece “uygarlığın sonundan sonra...” gibi tatsız, ağrılı bir tema gündeme geliyor.

Yüzey biçimlerini aşan, “ontolojik” bir yaklaşımdan yararlanırsak ekonomik (küreselleşme), siyasi (jeopolitik) ve ekolojik (iklim krizi) gibi üç olgunun aslında aynı tözün farklı, varoluş biçimleri olduğunu görebiliriz: Tüm bu olgular (sorunlar) sermayenin, insanın “çalışma kapasitesinden” daha fazla artık-değer çıkartma/edinme çabasının türlü halleridir. Bu “hallerin” sürdürülemezliği, sermaye ilişkisini yok etmedikçe, aşılamazlığı hızla insanlığın bilincine çıkıyor. “Büyük tarihe” ilişkin ilgi de “Bu noktaya nereden ve nasıl geldik” sorusundan kaynaklanıyor: Geleceğini yitirmiş bir uygarlık sonuna geldiği yaşamının anlamını sorguluyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları