Yine yeni bir dönem başladı

24 Ekim 2022 Pazartesi

Reagan “Küresel serbest piyasa inşa edeceğiz” derken küreselleşme başlıyordu. Şimdi, Biden yönetiminin “Ulusal Güvenlik Stratejisi” (UGS) “yeni” bir dönemin başladığını söylüyor.

Bu son küreselleşme de geçici bir olguydu. Çünkü kapitalizmin tarihi, sermayenin, genişleme eğiliminin, yeni teknolojilerin doğuşunun yapısal kriz dönemlerinde hızlandığını gösteriyordu. Dahası, bu küreselleşme de bir hegemonyanın ifadesiydi; “önünde durulamaz bir eğilim” olarak dayatılmış, “ABD çok merkezi olduğundan dünyanın geri kalanı bu eğilimi kapitalizmin yeni bir aşaması olarak algılamıştı” (Prof. Kurth, Eylül 2001, National Interest). Nihayet, bağımlı ülkelerin piyasalarının, IMF ve Dünya Bankası eliyle, finansal araçlarla, merkez ülkelerin sermayesine yeni değerlenme alanı yaratacak biçimde açılma süreci (“reformlar”) “modern emperyalizmin” özelliklerini sergiliyordu. Kısacası, küreselleşme ABD hegemonyasının ürünü, belli koşullara uygun bir kriz yönetme biçiminin, emperyalizmi gizleyen ideolojik adıydı. 

Son UGS, dünyanın “bir kırılma noktasında olduğunu” saptayarak başlıyor; “Çin’in dünyanın lider gücü olmayı amaçladığını” (ABD’nin yerine geçmek istediğini) ileri sürüyor; “kalıcı stratejik üstünlüğümüzü korumaya öncelik vereceğiz” diyor; dünyanın yeni bir “büyük güçler rekabeti” dönemine girdiğini söylüyor. 

Bu UGS, bir önceki Demokrat yönetimin (Obama), “diğer (Çin, Rusya, Hindistan gibi-EY) güç merkezleriyle daha derin ve etkin işbirliği kurmayı amaçladığını” söyleyen UGS’ye değil, Trump dönemi UGS’ye (2017) yakın, hatta onun bir devamı. Birbirinden bu kadar farklı iki yönetimin güvenlik stratejilerinde aynı eğilimin görülmesi, ABD dış politikasında radikal bir değişikliğe işaret ediyor. “Yeni dönemi” bu kez bu değişiklik betimliyor.

Biden ve Trump “stratejileri” arasında hiç fark yok değil. Örneğin, UGS “dış politika ile iç politika arasındaki ayrım çizgisini kırdık” diyor. Bu, Biden yönetiminin “Ülke içinde ekonomiyi, dış politikayı destekleyecek yönde, dış politikayı da orta sınıfları (ABD söyleminde çalışanlar/işçi sınıfı) destekleyecek biçimde şekillendirme” sözüyle uyumlu. İkincisi, UGS, ABD’nin müttefiklerine, ortaklarına, uluslararası kurumlara önem veriyor. 

UGS’nin “dış politika ile iç politika arasındaki ayrım çizgisini kırdık” saptaması bu yazının temasıyla yakından bağlantılı. Önceki küreselleşme, halk serbest ticaretin, finans sermayesinin üzerinden gelen dış rekabetin, işsizliği, iflasları artırıcı, etkilerine karşı isyan etmeye başlayınca, siyasi liderlerin geliştirdikleri korumacı eğilimlerin, dünya pazarını yeniden paylaşma amaçlarına paralel beslemeye başladıkları militarizmin, o sırada yükselmeye başlayan şoven milliyetçilik, ırkçılık, güçlü lider talebinin basıncı altında çökmüştü. 

Bugünkü “yeni dönemin” özellikleri de şimdiden görülebiliyor: “Serbest ticaret anlaşmaları işçiler, doğal çevre karşısında şirketlerin hareketlerine öncelik veriyor” diyen Biden, 7 Kasım’da, Çin’i, teknolojik gelişmesini durduracak biçimde tecrit etmeyi amaçlayan bir seri korumacı ekonomik önlem açıkladı. “Jeoekonomi” ve “ulusal sanayi stratejisi” konularındaki çalışmalarıyla bilinen Jack Sullivan Biden yönetiminin ulusal güvenlik danışmanlığına getiriliyor. Önde gelen ekonomi yazarları, yatırımlarda dost ülkeleri seçmenin (friend-shoring), ticaret bloklarının, sanayi stratejilerinin önemini, “artık geride kalan” küreselleşme döneminin “hatalarını”, yarattığı “tahribatı” tartışıyorlar. ABD sağının, entelektüelleri, “liberal muhafazakârlığı” terk ederek devleti ve gücü kullanmayı benimseyen “devrimci” politikalar geliştirmekten söz etmeye başladılar... Bu “küreselleşme sonrası” da önceki “küreselleşme sonrasına” benziyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları