Erinç Yeldan

Merkez Bankası'na Göre Enflasyon Dinamikleri

08 Mayıs 2013 Çarşamba

Nisan ayı enflasyon verileri yayımlandı. Bir önceki yılın eş dönemine göre tüketici fiyatları yüzde 6.13, üretici fiyatları ise yüzde 1.7 oranında artış gösterdi. Böylelikle yılın ilk üç çeyreğinde artış gösteren enflasyon oranlarının hız kestiği ve özellikle üretim maliyetlerini içeren üretici fiyatlarında da gerileme yaşanmakta olduğunu gözlemekteyiz.
Enflasyonun kaynakları kuşkusuz, zaman içinde değişmekte ve dinamikleri farklılaşmaktadır. Ancak, son dönemde
“iç talep baskısı”, “enerji maliyetlerinin yükselmesi” gibi unsurlar öne çıkmış olmasına karşın Türkiye’de geleneksel söylem enflasyonun baş nedeni olarak “yüksek ücret taleplerini” göstermekte ısrarlıdır. Nitekim enflasyon tehdidi ne zaman gündemimizde dile getirilse “Soğuk Savaş” döneminden kalma savaş davullarının sesinin duyulması kaçınılmaz olmaktadır.
Buna son bir örnek olarak, TCMB’nin yayımlamış olduğu Enflasyon Raporu’ndan 3.2 numaralı kutunun sonuç bölümüne (*) göz atmamız yeterli olacaktır:
“Sonuç olarak, çalışmanın bulguları Türkiye’de asgari ücretin maliyet kanallı bir üretici enflasyonu etkisinin var olduğuna işaret etmektedir. Daha da önemlisi, Türkiye’de net asgari ücret değişimleri kadar, alınan ek prim ve vergilerin işverene ne kadar maliyet olarak yansıdığı da üretici fiyatlarının seyri açısından belirleyicidir. Dolayısıyla bulgulardan, net asgari ücretten bağımsız olarak, asgari ücretin işverene maliyetinin azaltılmasının enflasyondaki düşüşe katkı sağlayacağı şeklinde bir çıkarım yapmak mümkündür.”
Dolayısıyla (nisan ayında her ne kadar düşmüş olsa da) üretici fiyatlarının seyrinde
“asgari ücretin maliyet kanallı bir üretici enflasyonu etkisinin var olduğu” ve “asgari ücretin işverene maliyetinin azaltılmasının enflasyondaki düşüşe katkı sağlayacağı” ileri sürülmektedir.
Açıktır ki enflasyonla mücadele sadece teknik bir mesele değil, doğrudan sınıfsal içerikli bir konudur.

\n

***

\n

Öncelikle şu gerçeği vurgulayalım: Unutmayalım ki enflasyon herkesten önce finans sermayesinin baş düşmanıdır. Zira enflasyon, oranı ne kadar düşük olursa olsun, finansal servetlerin reel değerini eritmektedir. Dolayısıyla finansal sermaye kesimi öncelikli olarak enflasyonun düşük ve mümkünse “sıfır” düzeyinde olmasını arzulamaktadır. Merkez bankaları da reel ekonomiyi etkileyecek kararlar peşinde koşmak yerine, sadece ve sadece fiyat istikrarını sağlamaya (enflasyon hedeflemesi) çalışmalı; döviz piyasalarını ise tamamen serbest bırakarak uluslararası piyasa “oyuncularının” spekülatif kararlarına terk etmelidir.
Enflasyon hedeflemesi (EH) yaklaşımı ile merkez bankalarının biricik görevlerinin bundan böyle sadece “fiyat istikrarını” sağlamak ile sınırlı olması gerektiği görüşü kastedilmekte. Bu yaklaşıma göre, merkez bankalarının ana işlevi fiyat düzeyinde istikrarı sağlamak ile sınırlı olmalıdır. Bu doğrultuda merkez bankaları her yıl periyodik olarak “enflasyon hedefleri” öngörmeli ve bu öngörülerini de “şeffaf” bir şekilde bir “rapor” aracılığıyla “kamuoyu” ile paylaşmalıdır.
Aslında burada
“kamuoyu” diye kastedilen birimin gerçekte “yerli ve uluslararası finans sermayesi” olduğu, “şeffaflık” sözcüğü ile kastedilen olgunun da özünde son derece gayri-demokratik bir biçimde tasarlanmış bulunan bir örgütlenme yapısının, anayasal hiçbir kuruluşa hesap verme zorunluğu olmadan, “bağımsız merkez bankacılığı” aldatmacası altında sürdürülmesinden ibaret olduğunu bu satırlarda tekrardan vurgulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum.

\n

***

\n

Türk ekonomisi 2000’li yılları küresel kredi piyasalarından kaynaklanan bol ve ucuz döviz akımlarıyla yaşadı. Bu dönemde Türk Lirası’nın aşırı değerli konuma gelmesi sonucu Türk ihraç mallarının rekabet avantajının sağlanması ancak ve ancak işgücü maliyetlerinin düşürülmesi yoluyla sağlanabilirdi. TL bazında reel ücretlerin düşürülmesi ise ancak EH rejiminin önceden, gelecek enflasyona göre ücretlerin belirlenmesiyle mümkün olabilmektedir. Yani EH, fiyat istikrarını şeffaflık, güven, kredibilite gibi mistik sözcük oyunlarıyla değil, doğrudan doğruya işgücü piyasasına müdahale etmenin bir aracı olarak sağlamaktadır.
Ücretlerin böylesi bir baskı altında düşürülmesi sonucu bir yandan sermaye kesiminin kârları güvence altına alınırken, bir yandan da bir değişim ve servet stoku olarak paranın değerinin
“istikrarlı” bir dengeye kavuşturulması amaçlanmaktadır. Enflasyon hedeflerini duyuran merkez bankaları aslında maaş ve ücret artışlarının üst sınırının ne olması gerekeceğini belirlemekte, böylece de paranın değerini “korumuş” olmaktadır. Dolayısıyla yeni-parasalcı yaklaşımın enflasyon hedeflemesi diye önermekte olduğu politikalar özünde emek ücretlerinin düşürülerek sabitlenmesini ve böylelikle para piyasalarında aranılan “nominal çapanın” aslında düşük ücret üzerinden kurgulanmasını sağlamaktadır.
2001 krizi sonrasında önce
“örtülü”, 2006 sonrasında da açık olarak izlenen EH rejimi bir anlamda ücretlerin TL bazında reel olarak sabitlendirilmesine ve gereğinde yeniden esnek biçimde düşürülmesi şantajıyla uygulanmasına aracı olmaktadır. Dolayısıyla EH basit teknik bir parasal politika değil, aslında paraya istikrarlı bir değer yaratmak için ücretlerin sabitlendirilmesi/geriletilmesi işlevini gören bir uygulamadır. EH’nin merkez bankacılığı içerisinde modern bir teknik olarak sunulması, özündeki sınıfsal gerçekleri perdeleme amacına yönelik bir sözcük oyunudur.
---------------------------------------------
(*) Bu bilgiyi dikkatime getiren ve değerli gözlemlerini esirgemeyen İş Yatırım Menkul Değerler A.Ş. Kıdemli Ekonomisti Sayın
Burcu Ünüvar’a teşekkür borçluyum.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları