Gülengül Altınsay

Gelenler ve gidenler

09 Temmuz 2015 Perşembe

Ben bildim bileli böyledir; her transfer dönemi Fenerbahçe’nin flaş transferleri gündeme bomba gibi düşer. Özellikle bu sezon öylesine hızlı atağa kalktı ki Sarı - Lacivertliler takip etmekte bile zorlanıyoruz.
Fenerbahçe taraftarının istediği de tam da bu. Sadece Fenerbahçe mi, neredeyse tüm takım taraftarları her transfer döneminde transfer bombaları bekliyor.
Zaten bizde büyüklük nitelikte değil nicelikte aranır hep. Sayısal büyüklükle ölçülür büyüklük. Kulüp yönetimleri özellikle yabancı oyuncu sayısı arttırıldıkça yayın haklarından, sponsorlardan gelen paraların birkaç katını, menajerlerin, aracıların yönlendirmesi doğrultusunda çar çur etmekte birbiriyle boşuna mı yarışıyor.
Transfer bütçeleri büyük olunca borçları da büyük oluyor. Tabii bu borçlara yetkili kurumların gösterdiği hoşgörü(!) de.
Üretmeden tüketmek üzerine kurulu bir rant sistemi bu. Aslında bugün üzerinde durmak istediğim bu transfer sezonundaki iki yönlü ilginç trafik.

Gidenlere bak
Kısaca bu yazın transferlerine göz gezdirirsek önemli olanlar Türkiye’ye gelen oyuncular değil gidenler. Beşiktaş’tan Atınç Nukan, Bursaspor’dan Enes Ünal.
Genç ve ümit vaat eden bu oyuncuları geleceğe yatırım yapan akıllı kulüpler kaptı.
Atınç, sıfırdan takım yaratma ustası Rangnick’in yeni projesi Leipzig’in bir parçası olmak üzere Almanya’ya gitti. Rangnick’in yorumunun “en iyi tarafı İngilizcesi” olması futbolcuyu ne kadar izlediklerinin göstergesi…
Hele Enes’in Manchester City’ye transferi başlı başına bir olay. Belki bizim için sürpriz olabilir, ama Enes zaten yabancı kulüpler tarafından uzun süredir takip ediliyordu. Belki M.City kadrosuna hemen giremeyecek ama yedek takımda ya da kiralanacağı kulüpte üst düzey bir formasyondan geçeceği kesin.
Son olarak Ozan Tufan da büyük olasılıkla La Liga yolcusu… Kısacası, rastlantıyla çıkan yeteneklerimiz de artık geleceklerini yurtdışında görmeye başladı. Tabii gidenler şimdi bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Varsa yoksa gelenler.
Yani Nani’ler, Podolski’ler. Daha önce de Sneijder’ler, Pandev’ler, Diego’lar, Melo’lar…
Gençken parlıyorlar, milli takıma çıkıyorlar, büyük takıma transfer oluyorlar, sonra sakatlıklar, istikrarsızlıklar yüzünden takımlarına düzenli katkı yapamıyorlar, başka takımlara kiralanıyorlar, orada da pek varlık gösteremediklerinde “şöhret budalası” ülkelere transfer ediliyorlar.
Böylece satan kulüpler “pahalı adamlar bilançomuzdan düştü” diye, alanlar da “adamın şöhretiyle birlikte ün kazandığı kulübü ve başarıları da satın aldık” sanısıyla bayram yapıyor.
Tamam bazen risk alır, taş gibi bir takıma tecrübeli, isimli bir ya da iki oyuncuyu dahil eder ve takımın gücünü arttırırsınız. O ünlü gittiğinde, takım daha da güçlenerek ilerler.
Ama bizde yapılan bu değil çoğunlukla.
Mesela en iyisi denebilecek Sneijder… Evet Galatasaray’a katkı yaptı. Ama o da gittiğinde takım yeniden kurulacak ve yeni bir Sneijder aranacak.
Çünkü strateji yok, plan yok, akıl, bilgi, sabır yok.

Arda’yla kim övünmeli
Son söz Arda için… Şimdi herkes Arda’nın Barcelona’ya transferini konuşuyor. Tabii Barça’nın bir türlü Xavi, Iniesta, Busquets orta alanını yenileyememesinin etkisi var bu transferde. Başkan seçimlerinin de. Bu transferin isabetli olup olmadığını ileride göreceğiz.
Ama içeride bu transferle övünenlere ne oluyor? Arda, protestolar arasında kaçarcasına gitti Atletico Madrid’e Galatasaray’dan.
Bu transferden övünecek birileri varsa, o da; Arda’ya bu üst düzey formasyonu veren ve La Liga şampiyonluğu ile Şampiyonlar Ligi finali yaşatan Atletico Madrid ve Diego Simeone olmalı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şimdi ders zamanı 5 Aralık 2024
Takım ne yapsın? 3 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları