Bayraklarla süslenmiş caddeyi gören
küçük kız çocuğu sordu: “Anne cumhuriyet
ne demek?” Anne bir süre düşündü, “Bir
zamanlar” diye söze başladı: “...bu ülke çok
yoksuldu, insanların yiyecek ekmekleri yoktu.
Yapılar yapmak, güzel evlerde oturmak
bir hayaldi. Çivi bile yoktu. Ve Cumhuriyet
kuruldu. O günden sonra, çivi bile
yapamayan bu ülkede, fabrikalar kuruldu.
Şekerimiz yoktu, şeker fabrikaları sayesinde
beyaz şekeri gördük. Bir yerden bir yere
gitmek çok zordu, demiryolları yapıldı,
kentler birbirine bağlardı. O günden beri
insanlar hasta olmaktan korkmaz oldular.
Yolları vardı artık, hastalar hastanelere
yetişebileceklerdi. Yaşayacaklardı.
Ülkenin doktoru, mimarı, mühendisi
yoktu. Ama insanlar coşkulu bir eğitim
seferberliğiyle bu işin üstesinden gelmeye
başladılar. Köy Enstitüleri kuruldu. İnsanlar
birlikte üretip kardeşçe paylaşmanın
kaderleri olduğunu gördüler. En güzel
türküleri söyleyip, en güzel sularda
kadın-erkek birlikte yüzmeye başladılar.
En önemlisi insanlar yaşadıkları ülkenin,
dünyanın en güzel, en muhteşem ülkesi
olduğunu öğrenmeye başladılar. Bu
ülkenin denizlerinde balıkların bin bir türü,
dağlarında çiçeklerin, otların en gizemlisi,
en enderinin bulunduğunu öğrendiler.
Ülkeyi kaplayan lav topraklarının, en
verimli topraklar olduğunu, bir ekersen bin
biçeceklerini bildiler.
Kendilerine güvenleri arttı. Kadınlar ‘Biz
de varız!’ dediler. Mühendis oldular, doktor
oldular, öğretmen oldular. Dağ başlarına
gidip, lamba ışığında kendi hikâyelerini yazdılar.
Doktorlar, ülkede kol gezen, verem, sıtma
gibi ölümcül hastalıkların kökünü kurutmak
için, saman yataklarda yatıp, kör lamba
ışığında ameliyat yaptılar.
Arkeologlar, ülkede yaşamış olan 42 uygarlığın görkemli
yapıtlarını ortaya çıkarmak için,
gecelerini gündüzlerine kattılar.
Eski eser kaçakçılarına ‘Yeter artık durun!’ dediler.
Fabrikalar gelişmeye başladı. İşçiler,
yepyeni bir ülke kurmanın iştahasıyla
makinelere yüklendiler. Fazla mesai
akıllarının ucuna bile gelmedi. Onlar
gencecik bir Cumhuriyet kuruyorlardı. Bu
Cumhuriyet onlarındı, onların kol gücüyle,
onların akıl gücüyle yükselecekti.
Öğretmenler dur durak bilmediler.
Bildikleri her şeyi öğrencilerine öğretmek
için insanüstü bir çaba harcadılar. O
küçücük öğrenciler, bu Cumhuriyetin
geleceğiydi, bu Cumhuriyetin bağımsızlık
gülleriydi. Öğretmenler en çok ‘bağımsızlık’
sözünü dillerinden düşürmediler.
Bu ülkenin öyle çok türküsü, öyle çok
efsanesi vardı ki, müzisyenler, yollara
düştüler. Gördükleri her çeşme başında, her
dağ doruğunda insanlara kendi türkülerini
söylettiler. Bunları derlediler ve dünyanın en
çeşitli folklorunu ortaya çıkardılar. Binlerce
türkü, şarkı arşivlere girdi.
Ülke hikâyelerle doluydu. Acılı, neşeli
ama insanlara dair hikâyelerle. Şairler
kolları sıvayıp, en güzel betimlemelerle
bu coğrafyanın insanlarını anlatmaya
başladılar. Hikâyeciler, bir dağ
doruklarından dem vurdular, bir kentlerin
varoşlarından. Romanlar yazıldı, filmler
çevrildi ve hepsinin tek bir amacı vardı,
insanlarımıza insanlarımızı anlatmak.
Böylece Çukurova’daki pamuk işçisini de
tanıdık, Kürt köylerindeki Türkçe bilmeyen anaları da.
En çok da kendimizi öğrendik. Gücümüzü
gördük ve hep birlikte dünyanın en güzel bir
ülkesinde yaşamanın keyfine vardık.
Sana şöyle diyebilirim çocuğum,
Cumhuriyet olmasaydı, belki de sen en
güzel şarkılarını söyleyip, bu coşkuyu asla
yaşayamayacaktın.”
Kadın, kızının yüzüne baktı. Kızın yüzü
aydınlanmıştı, sonra koşarak kalabalığa
karıştı. Cumhuriyet kalabalığına.
Cumhuriyet Ne Demek?
Yazarın Son Yazıları
Sevgili okurlarım sevdiğim tahta heykeller diyarı Değirmendere’ye taşındığımdan beri dostlarım, okurlarım beni hiç yalnız bırakmıyorlar.
Sevgili okurlarım, son yazdıklarıma bir göz gezdirdim.
Sevgili okurlarım, yıllar önce İspanya’nın Endülüs bölgesinde dolanırken nereden aklıma düştüyse yolda gördüğüm Çağlar Boyu İşkence Aletleri Müzesi’ne girivermiştim.
Sevgili okurlarım gerçekten bıktım, neden mi?
Sevgili okurlarım bir an kendimi bir reklam şirketinde çalışırken buldum.
Geçtiğimiz hafta, uzun zamandır siyasal ve ekonomik belirsizlik, biri biterken öteki başlayan savaşlar ve giderek şiddetini artıran emek sömürüsü karşısında umutsuzluğa kapılan dünya halkları, uzun zamandır egemen güçler tarafından özellikle unutturulan bir sözcüğü yeniden anımsadı: “Sosyalizm!”
Sevgili okurlarım tarih bize, ülkelerin çökmesine en çok yardım edenlerin kraldan çok kralcılar olduğunu gösterir.
Sevgili okurlarım ülkemin içinde bulunduğu belirsizlik durumu, giderek çoğalan çocuk çetelerinden söz etmek, öldürülen yoldaşların ardından ağıt yakmak, her gün bir kadın cinayetiyle yüz yüze gelmek beni hiç olmadığım kadar umutsuzluğa sürükledi.
Sevgili okurlarım bu hafta bir vatanseveri, bir doğa koruyucusunu, işi sadece gerçekleri belgelemek olan bir güzel insanı Hakan Tosun’u toprağa verdik.
Bir avukat İstanbul’da kalabalık bir caddede, ofisi önünde maskeli kişiler tarafından Kalaşnikoflarla taranarak öldürülüyor.
Sevgili okurlarım insanın tüylerini ürperten. “Bu kadar da olmaz” dedirten bir fotoğrafa bakıp duruyorum.
Sevgili okurlarım hepiniz benim Adana sevgimi bilirsiniz.
Onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
Sevgili okurlarım şimdi gelin İtalya’nın Roma kentinde vahşet resimlerinin sergilendiği bir müzeye girelim.
Sevgili okurlarım bugüne kadar hiçbir kitap beni böylesine acıtmamıştı.
Sevgili okurlarım, sivil itaatsizlik özellikle yasalardan, yönetimden hoşnut olmayanların başvurduğu bir eylemdir.
Sevgili okurlarım bugün yazıma Leonard Cohen’in “Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini./ Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu” şiiriyle başlayayım dedim, herkes biliyor da ben neden böyle doktorun az önce biyopsi yaptığı bir hasta gibi endişeyle bekliyorum.
Sevgili okurlarım iyice kafa sersemi olduk.
Sevgili okurlarım bu yaz kendimi büyük bir açık hava tiyatrosunda oyun izliyor gibi hissediyorum.
Sevgili okurlarım bir hafta önce ülkemizde her yer yanıyordu.
Sevgili okurlarım başlık benim değil, sosyal medyada gördüm, sahibini aradım, bulamadım ama bu başlığa vuruldum.
Sevgili okurlarım bu hafta yazar Pınar Kür’ü sonsuza uğurladık.
Sevgili okurlarım ne yazık ki kavşağa geldik arabayı ya uçurumdan aşağı süreceğiz ya da hepimiz yepyeni sorular sormaya, çözümler bulmaya çalışacağız.
Başlığım kimseyi şaşırtmadı değil mi? Evet, bu canım ülkede yepyeni bir savaş deneniyor.
Sevgili okurlarım şimdilik füzelerle, insansız uçaklarla yapılan savaş bitmiş görünüyor, doğrusu ben bittiğine hiç inanmıyorum. Bir yerlerde gene füzeler uçacak, çocuklar ölecek, ölüyor da. Şimdi gelelim bizdeki asıl savaşa. Evet dostlarım ülkemizin zeytinliklerimizi bitirme savaşı bu.
Sevgili okurlarım meğer bizim bu kadim ülkemizde ne kadar çok savaş uzmanı varmış.
Sevgili okurlarım, epey bir zamandır yaklaşık 20 yıldır bu köşede neredeyse aynı sorunları yazmaktan bıktım.
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem.
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş.
Sevgili okurlarım 50 yıldır yaşadığım İstanbul’u bırakıp Kocaeli’nin Değirmendere Mahallesi’ne taşınıyorum.
Sevgili okurlarım 25 yıllık hayat ve iş arkadaşım, kızım Dünya’nın babası cebinde şiirlerle dolaşan tüm hayatı boyunca devrime inanan film yönetmeni Ali Özgentürk’ü sonsuzluğa uğurladık.
Yurdumuz yeniden bizim olmalı!
24. yılını kutlayan Afyonkarahisar Klasik Müzik Festival
Unutma deprem geliyorum der ve gelir!
Analar babalar, çocuklarımıza kıyıyorlar!
Bak şu işe ben şu küçücük Yunanistan’ı kıskanıyorum!
Boykotun sessiz çığlığı
Plastik mermi, cop, tazyikli su ve bitmeyen tutuklamalar
Hep birlikte haykırıyoruz: ‘O gün bugündür!’
Cihatçılar Alevileri ve muhalifleri öldürürken...