Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet Ne Demek?

29 Ekim 2013 Salı
Bayraklarla süslenmiş caddeyi gören
küçük kız çocuğu sordu: “Anne cumhuriyet
ne demek?” Anne bir süre düşündü, “Bir
zamanlar” diye söze başladı: “...bu ülke çok
yoksuldu, insanların yiyecek ekmekleri yoktu.
Yapılar yapmak, güzel evlerde oturmak
bir hayaldi. Çivi bile yoktu. Ve Cumhuriyet
kuruldu. O günden sonra, çivi bile
yapamayan bu ülkede, fabrikalar kuruldu.
Şekerimiz yoktu, şeker fabrikaları sayesinde
beyaz şekeri gördük. Bir yerden bir yere
gitmek çok zordu, demiryolları yapıldı,
kentler birbirine bağlardı. O günden beri
insanlar hasta olmaktan korkmaz oldular.
Yolları vardı artık, hastalar hastanelere
yetişebileceklerdi. Yaşayacaklardı.
Ülkenin doktoru, mimarı, mühendisi
yoktu. Ama insanlar coşkulu bir eğitim
seferberliğiyle bu işin üstesinden gelmeye
başladılar. Köy Enstitüleri kuruldu. İnsanlar
birlikte üretip kardeşçe paylaşmanın
kaderleri olduğunu gördüler. En güzel
türküleri söyleyip, en güzel sularda
kadın-erkek birlikte yüzmeye başladılar.
En önemlisi insanlar yaşadıkları ülkenin,
dünyanın en güzel, en muhteşem ülkesi
olduğunu öğrenmeye başladılar. Bu
ülkenin denizlerinde balıkların bin bir türü,
dağlarında çiçeklerin, otların en gizemlisi,
en enderinin bulunduğunu öğrendiler.
Ülkeyi kaplayan lav topraklarının, en
verimli topraklar olduğunu, bir ekersen bin
biçeceklerini bildiler.
Kendilerine güvenleri arttı. Kadınlar ‘Biz
de varız!’ dediler. Mühendis oldular, doktor
oldular, öğretmen oldular. Dağ başlarına
gidip, lamba ışığında kendi hikâyelerini yazdılar.
Doktorlar, ülkede kol gezen, verem, sıtma
gibi ölümcül hastalıkların kökünü kurutmak
için, saman yataklarda yatıp, kör lamba
ışığında ameliyat yaptılar.
Arkeologlar, ülkede yaşamış olan 42 uygarlığın görkemli
yapıtlarını ortaya çıkarmak için,
gecelerini gündüzlerine kattılar.
Eski eser kaçakçılarına ‘Yeter artık durun!’ dediler.
Fabrikalar gelişmeye başladı. İşçiler,
yepyeni bir ülke kurmanın iştahasıyla
makinelere yüklendiler. Fazla mesai
akıllarının ucuna bile gelmedi. Onlar
gencecik bir Cumhuriyet kuruyorlardı. Bu
Cumhuriyet onlarındı, onların kol gücüyle,
onların akıl gücüyle yükselecekti.
Öğretmenler dur durak bilmediler.
Bildikleri her şeyi öğrencilerine öğretmek
için insanüstü bir çaba harcadılar. O
küçücük öğrenciler, bu Cumhuriyetin
geleceğiydi, bu Cumhuriyetin bağımsızlık
gülleriydi. Öğretmenler en çok ‘bağımsızlık’
sözünü dillerinden düşürmediler.
Bu ülkenin öyle çok türküsü, öyle çok
efsanesi vardı ki, müzisyenler, yollara
düştüler. Gördükleri her çeşme başında, her
dağ doruğunda insanlara kendi türkülerini
söylettiler. Bunları derlediler ve dünyanın en
çeşitli folklorunu ortaya çıkardılar. Binlerce
türkü, şarkı arşivlere girdi.
Ülke hikâyelerle doluydu. Acılı, neşeli
ama insanlara dair hikâyelerle. Şairler
kolları sıvayıp, en güzel betimlemelerle
bu coğrafyanın insanlarını anlatmaya
başladılar. Hikâyeciler, bir dağ
doruklarından dem vurdular, bir kentlerin
varoşlarından. Romanlar yazıldı, filmler
çevrildi ve hepsinin tek bir amacı vardı,
insanlarımıza insanlarımızı anlatmak.
Böylece Çukurova’daki pamuk işçisini de
tanıdık, Kürt köylerindeki Türkçe bilmeyen anaları da.
En çok da kendimizi öğrendik. Gücümüzü
gördük ve hep birlikte dünyanın en güzel bir
ülkesinde yaşamanın keyfine vardık.
Sana şöyle diyebilirim çocuğum,
Cumhuriyet olmasaydı, belki de sen en
güzel şarkılarını söyleyip, bu coşkuyu asla
yaşayamayacaktın.”
Kadın, kızının yüzüne baktı. Kızın yüzü
aydınlanmıştı, sonra koşarak kalabalığa
karıştı. Cumhuriyet kalabalığına.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları