Türkiye her sabah başka bir gündemle uyanıyor. Gazetecilerin gözaltına alındığı, suçun kişiselleştirildiği, büyük yapısal sorunların ise tali başlıklara itildiği bir haber akışı içindeyiz. Oysa ülkenin ana gündemi değişmiyor: geçim sıkıntısı, yoksulluk ve derinleşen gelir dağılımı eşitsizliği.
Önümüzdeki günlerde açıklanacak asgari ücret, toplumun yaklaşık yüzde 60’ının gelir düzeyini doğrudan ya da dolaylı olarak belirleyecek. Ancak konuşulan rakamlar, açlık sınırının dahi altında. Bu da meselenin yalnızca ücret artışı değil, gelir paylaşımı sorunu olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Türkiye’de en alttaki 17 milyon kişi, yani nüfusun en yoksul yüzde 20’si, toplam gelirin yalnızca yüzde 6’sına sahip. Buna karşılık en zengin 17 milyon kişi, gelirin yaklaşık yarısını alıyor. En yoksul ile en zengin arasındaki fark yaklaşık 9 kat. Bu tablo Türkiye’yi Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler arasına yerleştiriyor.
Bu eşitsizliğin en ağır hissedildiği kesimlerden biri mavi yakalı çalışanlar. Yani üretimin asıl yükünü taşıyan işçi sınıfı. Bugün DİSK’e bağlı işçilerin Ankara yollarında “Geçinemiyoruz” diye haykırması, bu yüzden tali bir gündem değil, ülkenin gerçek fotoğrafı.
Research İstanbul’un Marketing Türkiye için gerçekleştirdiği “Mavi Yaka Türkiye” araştırması, bu fotoğrafı verilerle netleştiriyor. Araştırma, çaresizliğin duygusal değil, yapısal bir mesele olduğunu gösteriyor.
ORTA SINIF ERİDİ
Katılımcıların yüzde 21’i “Gelirim giderlerimin yalnızca bir kısmını karşılıyor”, yüzde 39’u ise “Ucu ucuna yetiyor” diyor. Daha çarpıcı olan şu: Her 10 mavi yakalıdan 6’sı, 20 bin TL’lik beklenmedik bir harcamayı borçlanmadan karşılayamıyor. Bu veri, orta sınıfın fiilen eridiğini gösteriyor. Artık mesele tasarruf değil; hayatta kalma.
Bu nedenle mavi yaka çalışan, bütçe yönetmiyor; hayatta kalma ekonomisini idare ediyor. Ek iş yapma oranının yüzde 29’a ulaşması da bunun doğal sonucu. Gündüz üretimde, akşam platform ekonomisinde çalışan bir kitle var. Tek bir meslek, tek bir gelir, tek bir gelecek artık yeterli değil.
YÜZDE 86 SENDİKASIZ
Araştırma, örgütlü yapının zayıflığını da ortaya koyuyor. Katılımcıların yüzde 86’sı hiç sendika üyesi olmamış. Ancak bu, kolektif bilincin yok olduğu anlamına gelmiyor. Dayanışma biçim değiştiriyor: Telegram gruplarında, sosyal medya ağlarında, dijital platformlarda yeni bir arayış var.
Mavi yakalıların yüzde 71’inin çocuklarının kendi işlerini yapmasını istememesi ise sosyolojik açıdan kritik. Bu veri, bir kuşağın emeğinin karşılığını alamadığını kabul ettiğini ve geleceği kendisi için değil, çocuğu için kurmaya çalıştığını gösteriyor. Umut, bugünden değil, bir sonraki kuşaktan bekleniyor.
Her üç mavi yakalıdan birinin iş değiştirmeyi düşünmesi, her beş kişiden birinin aktif iş araması da güvencesizliğin başka bir göstergesi. Sabit mesai artık sabit hayat anlamına gelmiyor. Katılımcıların yüzde 28’i işini kaybetme endişesi taşıyor. Güvence kavramı, çalışma hayatından yavaş yavaş çekiliyor.
Araştırmayı yapan Can Selçuki’nin değerlendirmesi, Türkiye’yi küresel bağlama oturtuyor: İşçi sınıfı dünyanın her yerinde üç baskı altında; gelirlerin maliyetlere yetişememesi, dijitalleşmenin yarattığı tehditler ve temsilsizlik hissi. Türkiye’de bu tabloya yüksek enflasyon, borçluluk ve düşük sendikalaşma ekleniyor.
Selçuki’nin yorumuyla: “Ortaya çıkan sonuç net. Sessiz, yorgun ama hâlâ çalışan bir toplum tabakası.”
Bu yüzden Türkiye’nin gerçek gündemi, günlük siyasi manevralar değil; emeğin değersizleşmesi ve refahın adaletsiz paylaşımıdır. Rakamlar bunu açıkça söylüyor. Artık mesele yorum değil, veri meselesidir.