Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bir eski Türkiye insanıydı

17 Eylül 2016 Cumartesi

Sabah, sonbaharın soğuk, sevimsiz yüzünü gösterdiği bir yağmur ve gri gökyüzüne uyandım. Aldığım ilk haber de Tarık Akan’ın ölümü oldu. Artık o da yok. Türkiye’nin bu en ürpertici, en ürkütücü, karanlık döneminde aramızdan ayrıldı.
“Yok öyle umutları yitirip
Karanlıkta savrulmak…
Unutma; aynı gökyüzü altında,
Bir direniştir yaşamak…” dese de Tarık Akan’ın da çok sevdiği şair, aklıma öncelikle geçen yıl hemen bu dönemde kaybettiğimiz Levent Kırca’nın giderayak ettiği sözleri geldi.
“Benim jenerasyonumda bir insan çabalarının meyvesini görmeme durumuna mı üzülmeli; yoksa daha kötülerini yaşayamayacak olduğu için teselli mi bulmalı, şu an bilemiyorum” demişti hasta yatağından verdiği o unutulmaz mesajında komedyen.
Birbiri ardına yitip giden dostların ardından kendimi artık hep bu ikilemi düşünürken yakalıyorum.
Şimdi Tarık Akan için de çabalarının meyvesini göremediği için üzülmeli mi, yoksa artık bundan kötüsünü görmeyeceği fikriyle teselli mi bulmalı?

Kötülüğün kanıksandığı zamanlar
“Daha kötüsü ne olabilir” demeyin. Kırca’yı yitirdiğimiz 2015 güzünden -misal- bugün çok daha beter bir karanlığın içine sürüklendik.
Düne kadar “Beraber yürüdük biz bu yollarda!” diyenler, ülkenin gerisini de kendileriyle uçurumun kenarına sürükleyen bir kavgaya tutuştu.
Dava arkadaşlarından bir kısmı, diğerlerine darbe yapmaya kalktı.
Son bir yılı bırakın. Yalnız şu son iki ayda “acımasızlığın” tavan yaptığı OHAL’ler, dünyayı dumur eden cadı avları, kitlesel dev temizlik operasyonları, adi suçluların salıverilip de cezaevlerinin “subliminal” tutuklulara açıldığı mega bir kâbusa uyandık.
At izinin it izine karıştığı; taşan lağım çukuru gibi diz boyu nefret ve intikamın su yüzüne çıktığı, aile bireylerinin bile göz kırpmadan birbirlerini ihbar edecek kertede duygularına yabancılaştıkları günleri yaşıyoruz.
Vicdanların karardığı, yozlaşıp kir pas tuttuğu; nasırlaştığı zamanlar bunlar.
Her gün “Bu gözlerimiz acaba daha neler görecek? Kulaklarımız neler işitecek? Bu şiddet spirali nerede bitecek” diye yataktan kalkıyoruz.
Bir yıl öncesinde tüm bu yaşananları öngörebilir miydik? Çok şey görüp geçirmiş olan ülkede bunları hiç tahmin edebilir miydik?
Levent Kırca, ölümünden yalnız iki gün önce kaleme aldığı veda mesajında “Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır” diye eklemişti.
Kötülüklerin tam böyle sıradanlaştığı, kanıksandığı bir dönemden geçiyoruz. O kadar ki insan düşündükçe “Bunca kötülükle nasıl bu kadar iç içe yaşamışım ve yaşıyorum” oluyor.

Eski Türkiye’nin insanıydı
Tarık Akan bu kötülükler bataklığında işte açan ender nilüfer çiçekleri gibiydi. Fiziken bir defa güzeldi. Boylu boslu, yakışıklıydı. “Yeşil yeşil” bakan gözleriyle şarkılara ilham olmuştu. En önemlisi de sapına değin temiz, dürüst, doğru, düzgün bir insandı.
Varoluşunun, “alla turca” evrenimizde nadir görülen bir tutarlığı vardı. Alçakgönüllü, çok doğal ve sahiciydi.
Türkiye’nin bu “post-gerçek” çağında ne yazık ki artık onun gibi sahici insanlara yer yok.
Bir “eski Türkiye” insanıydı Tarık Akan.
“Eski Türkiye” değerlerinin, güneş altında kar gibi eriyerek yitip gittiği bir dönemde aramızdan ayrılıyor.
Eskiye dönük bütün nostaljilerimiz ve özlemlerimizle bizlerden kopuyor.
O sebeple içimizden bir parçanın eksildiğini sonuna dek hissediyoruz. Ve Tarık Akan’ın ölümünü, bıraktığı o doldurulmaz boşlukla tüm ağırlığıyla duyuyoruz.
Işıklar içinde yatsın.
Ailesinin, yakınlarının ve tüm sevenlerinin başı sağ olsun.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Belle Époque’ bitti 8 Aralık 2024
Trump, Musk ve Zweig 1 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları