Öner Yağcı

Kadınların arayışı

02 Ekim 2021 Cumartesi

Tokat Öğretmen Okulu’nda öğrenciyken kentin meydanında bir erkeğin bir kadını tekme tokat dövdüğüne tanık olmuştum. 

İnsanlar toplanmış, seyrediyordu. 

Çocukluğumda kocalarından tokat, yumruk yemiş, tekmelenmiş kadınları görmüştüm ama karı-koca arasında böyle şeyler olur söyleminin etkisiyle olmalı, tepki gösterememiştim...

Ama orada gördüğüm insan onuruna dokunan bir rezillikti! 

NE HAKLA?

Beş altı arkadaş bakışarak anlaşıp yere düşen kadını tekmeleyen adama çullandık, yumrukladık. Kadının dövülmesini seyreden kalabalık, adamı bizim elimizden kurtarmak için hiç de kararsızlık göstermedi. Polisler geldi ve yüzü kan içinde kalan adamı tutup kelepçeledi. Bizi de karakola götürdüler. 

Karakolda bir polis ifademizi aldı. Biraz sonra yanımıza gelen savcı, “Çocuklar, yanlış yaptınız” dedi. “Şiddete başvurmanız doğru değil. Adamın kadını dövmesine gönlünüz razı olmamış ama keşke engel olmayı polise bıraksaydınız. Ya kötü bir şey olsaydı ya da sizden şikâyetçi olsaydı ne gelirdi başınıza biliyor musunuz? Bir daha böyle işlere kalkışmayın, kendi işinizi yapın, dersinize çalışın. Ayrıca teşekkür ederim size. Seyreden herkese bir ders verdiniz...”

O günden sonra hep kendi kendime sordum: “Erkekler kadınları ne hakla, niçin döver?” 

YANLIŞA DUR DEMEK

Savcının cümleleri tamı tamına böyle değildi ama bu anlamdaydı. 

Yaşamım boyunca birçok haksızlıkla, adaletsizlikle karşılaştıkça o iyi niyetli savcıyı anımsadım. 

Haklıydı ama bir kötülüğü engellemesi gerekenler işini yapmıyorsa ne olacaktı? 

Sorumun yanıtını “Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir” diyen Atatürk vermişti Bursa Nutku’nda: 

“...İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”

SUÇ KİMİN?

Ta o zamanda kafama takılan bu sorunun yanıtını hep aradım.

Eşitliğin, özgürlüğün, ezilmenin, sömürülmenin ne olduğunu, kadınların daha az eşit ve özgür, daha çok ezilen ve sömürülen olduğunu öğrendikçe bu sorum daha yakıcı olmaya başladı. 

İnsanlık tarihinde dinsel, ırksal, sınıfsal ayrımların yanında cinsel ayrımcılığın da olduğunu, iki cinsten birinin öteki üzerinde baskı kurduğunu, bu baskının dayakla kalmayıp cana kıymayla da sürdüğünü gördükçe soruma başka sorular eklendi:

Kadın sorunu mu var, nedir? Ne zamandan beri? Kadınlar niçin ezilmiş, hor görülmüş? Nasıl sürmüş bu büyük yanlış? Buna karşı gelinmemiş mi? Karşı gelenler hep yenilmiş mi? Ne zamana kadar sürecek? Sorun insanda, insanlıkta, erkekte kadında mı? Sınıflarda, dinlerde, ırklarda mı?..

TARİH ÖĞRETİR

İnsanlık tarihi, insanlaşmanın, toplumsallaşmanın da tarihidir. İnsanlar arasındaki eşitsizlikler toplumsal yaşamın başından beri vardı. Tarih boyunca yaşanan ezilen-ezen, sömürülen-sömüren, yoksul-zengin, köle-efendi, işçi-patron gibi bir de kadın-erkek ayrımı olduğu yadsınamaz bir gerçekti. 

Kadını acıların nedeni, günahın simgesi, şeytan, Âdem’i baştan çıkaran yılan olarak görüp aşağılayan görüşlerin köklerinin tarihin derinliklerine uzandığını öğrenmek acı veren bir gerçekliği saptamaktı. 

Bu yaklaşıma ve eşitsizliklere karşı tarihin her döneminde verilen mücadele bu gerçekliği tamamlıyordu: Kurtulmak yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz! 

Tarihöncesinden başlayıp kimliğine kavuşarak bugüne kadar ulaşan bir aydınlık, özgürlük, eşitlik için çıkılan yol, insanlaşma arayışının yoluydu. 

Bu arayışta kadınlar, Simone de Beauvoir’nın “Kadınların kanatlarını kesiyor, sonra da uçamıyorlar diye yakınıyoruz” sözünün ışığında özne olma mücadelesi veriyor.

“İnsan olmak dokunuyor haysiyetime” demişti Sabahattin Ali



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eğitim ve kitap 20 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları