Bu dış politikayı nasıl okuyabiliriz?

11 Aralık 2015 Cuma

IŞİD’in Musul’da 101 gün rehine tuttuğu ve şimdi CHP Ardahan milletvekili olan eski Musul Başkonsolosumuz Öztürk Yılmaz, Türkiye’nin Başika’ya konuşlandırdığı askerler konusunda verdiği demeçlerden birinde, “İkinci, üçüncü adımı hesaplayamayan bir dış politikanın ne yapmak istediğini nasıl okuyabiliriz ki” ifadesini kullanmış.
Şu son dört yıla baktığımızda, AKP iktidarının bölgesinde ne yapmak istediğini gerçekten anlamak zor. Tabii bu, AKP’nin bölgesel emelleri olmadığı anlamına gelmez.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2009’da Dışişleri bakanı olduktan sonra, Osmanlı geçmişimize yaptığı ve bölgede hoş karşılandığını sandığı referanslarla, Türkiye’yi Ortadoğu’nun “hâkim gücü” yapma sevdasına kapıldı.
Komşularıyla sahadaki gerçeklere göre değil, kendi anlayışına göre dayattığı koşullarla “sıfır sorun” sağlayacak olan Türkiye’yi bölgenin öncü ülkesi haline getireceğinden emindi. Bu özgüveni, o sırada başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da paylaşıyordu.
Özellikle Davos’taki “one minute” şovundan sonra Arap sokaklarında kendisine gösterilen “teveccüh” Erdoğan’ın bölgesel hayallerini iyice besledi.
Batı bile bir ara “AB adayı Türkiye’nin”, laik parlamenter demokrasisi ve hızla gelişen ekonomisi ile “geri kalmış Arap ülkelerine öncülük edebileceğine” inandı. Fakat bu hayallerin suya düşmesi uzun zaman almadı.
AKP’nin Ortadoğu’yu ne kadar az anladığı, Türkiye için bu coğrafyada yatan tuzakları nasıl göremediği ve az da olsa var olan bölgesel etkinliğimizi nasıl yok ettiği artık bilinen şeyler.
Mülteciler nedeniyle Ankara’ya şimdi yakınlaşıyor gibi görünen Avrupa’nın da Türkiye’ye gerçekte nasıl baktığını son olarak Çek Cumhurbaşkanı Miloş Zeman dışa vurdu. NATO üyesi olmasına rağmen “IŞİD müttefiki gibi hareket eden” Türkiye’nin AB’ye üye olmasına karşı olduğunu açıkladı.
Bu çıkışa “münferit” diye bakmak da mümkün değil. AB’nin demokratik kıstaslarının, ülkeyi İslami anlayışa göre yönetmek isteyen AKP’ye fazla geldiği, Batı’nın ise Türkiye’ye artık “laik” değil “İslami” anlayışa göre yönetilen bir ülke olarak baktığı ortada.
Fakat Türkiye’nin “AB perspektifi” şu aşamada sadece “akademik” bir konudan ibarettir. Ankara’nın doğudaki sınır komşularıyla ve bölgesiyle ilişkileri ise öyle değil.
Bölgenin “öncü gücü” olma sevdasına kapılan AKP iktidarı yanlış politikalarla, Türkiye’yi Ortadoğu’da yalnız ve etkisiz bıraktı. Bölge ülkeleri, Ankara’nın tam olarak neyi amaçladığını çözemedikleri için, Türkiye’nin her hamlesine artık kuşku ile bakıyorlar.
Gelinen bu noktanın temelinde, AKP’nin, din ve mezhep temelli ideolojik saplantıları, kovaladığı ve bölgede “emperyalist emeller” diye yorumlanan ham hayalleri ile ikinci ve üçüncü adımlarını hesaplayamadığı için dış politikada peş peşe yaptığı hatalar yatıyor.
Bunu son olarak Moskova ve Tahran ile ilişkilerde olduğu kadar, Saddam’ın devrilmesinden bu yana zaten limoni olan Bağdat ile ilişkilerde de görüyoruz.
Suudi Arabistan ise, Suriye konusunda Ankara ile bir noktaya kadar hemfikir olduğu için “Sünni dayanışması” görüntüsü altında Türkiye’ye yakın duruyormuş gibi yapıyor şimdi. Fakat Mısır’daki darbe sonrasında da görüldüğü gibi, Ankara’nın bölgedeki müdahalelerine aslında sıcak bakmıyor, hiçbir zaman bakmayacak.
Riyad, Türkiye’yi İran’dan uzaklaştırıp stratejik anlamda kendi yanına çekebilirse memnun olacaktır tabii. Neyse ki AKP, tüm Sünni eğilimlerine rağmen, bunu yapıp sınır komşusu olan kilit bir ülkeyle ilişkilerinde devasa bir stratejik hataya daha imza atacak kadar gerçeklerden kopmuş değil henüz.
Fakat geçmişte yaptıkları veya yapmaya çalışıp yapamadıkları gelecek için bir teminat ise, bakarsınız bunu da sonunda başarır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları