Başbakan Davutoğlu’nun hafta sonunda gerçekleştirdiği İran ziyareti birçok kişiyi hazırlıksız yakaladı. Hükümet yetkilileri ziyaretin önceden planlandığını söyleseler de, Davutoğlu’nun ilişkilerin Suriye yüzünden “limoni” olduğu bir dönemde Tahran’a gitmesinin dikkat çekmemesi mümkün değildi.
Bu ziyaret Davutoğlu’nun daha 23 Şubat’ta, El Cezire’ye verdiği demeçte, Esad rejimine sağladığı askeri destek nedeniyle İran’ı sert bir şekilde eleştirmesinden kısa bir süre sonra gerçekleşti.
Ziyaret aynı zamanda, İran’da hem basında, hem Meclis’te, hem de askeri çevrelerde Türkiye’nin Suriye’de El Kaide bağlantılı aşırı dincilere destek verdiği iddialarının sık sık dile getirildiği bir döneme rastladı.
Fakat diplomasi ve uluslararası ilişkiler böyle bir şey. “Bu ne çelişki” demenin bir anlamı yok. Gelişmeleri çoğu kez ülkeler yönlendirmez. Akıllı hükümetler sahada kontrolleri dışında yaşanan gelişmelere göre ülkelerinin çıkarları uğruna rasyonel pozisyonlar alırlar.
Türkiye bugün önemli ölçüde uluslararası yalnızlığa itildiyse bu gerçeği göz ardı ettiği için oldu. İran’ın nihayet bu gerçeği anlayıp Batı ile nükleer meselesinde uzlaşmaya varması da bu gerçeği kavramasının sonucudur.
İran’da yapılan son seçimleri reformcuların güçlü bir şekilde kazanması ise Batı ile barışmanın halk tarafından da benimsendiğini gösterdi.
Davutoğlu’nun bu ziyaretini bu nedenle dış politikada yeni ve daha akılcı bir arayışının bir göstergesi olarak görmek de mümkün. Ankara büyük olasılıkla, bu ziyaret sayesinde, İran’ın bölgesel hasmı Suudi Arabistan’a “mezhepçi dış politika” gerekçesiyle yaklaşmakta olduğu izlenimi de gidermek istedi.
Ziyaretin, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde büyük ölçüde “değersiz yalnızlığını” sürdürdüğü, İran’ın ise dünyaya açılmakta olduğu bir döneme rastlaması da ayrıca dikkat çekiyor.
Davutoğlu’nun Tahran’da Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri ile yaptığı basın toplantısında, Türkiye ile İran’ın “yeni dönemi şekillendirme konusunda önemli adımlar attıklarını” söylemesi ve “bölgenin kaderini bölge dışı aktörlere bırakamayız” diye konuşması da bu açıdan manidardı.
Ankara ve Tahran’ın mevcut ortamda Suriye konusunda anlaşmaları elbette ki mümkün değil. Ancak bu iki ülkenin bu konuda düzenli bir diyalog sürdürmelerinin, farklı cenahlardan birbirlerine ağır ithamlar savurmalarından daha faydalı olacağı da kesin.
Bir açmaza girmiş olan Suriye’ye barış gelecekse bunun zıt tarafların uzlaşması sonucunda olacağı aşikâr.
Davutoğlu’nun Tahran ziyaretinin ekonomik boyutunu göz ardı etmek de mümkün değil. Türkiye AKP’nin hatalı dış politikaları nedeniyle önemli pazarlar ve ekonomik fırsatlar kaybetti. Siyaseten kaos görüntüsü veren Türkiye’nin bunun üstüne ciddi bir ekonomik krizi de kaldırması mümkün değil.
Bunun için kayıplarını telafi edecek pazarlara ihtiyacı var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Afrika gezisini de bu çerçevede görmek gerekiyor. İran’ın, başta ABD ile olmak üzere, Batı ile barışması, Batılı yatırımcıların iştahını kabarttı. İran’da kendilerine bir köşe kapmak için sıraya girdiler.
Türkiye’nin böyle bir anda İran’ın sağladığı büyük potansiyeli ciddiye almaması düşünülemezdi. Davutoğlu’nun, İran’ın “dünya ekonomisine entegrasyonunun önünün açılmış olmasından” dolayı “mutluluğunu” ifade etmesi ve bunun “en fazla Türkiye’yi sevindirdiğini” belirtmesi de boş yere söylenmiş laflar değil.
Öte yandan, İran’ın sağladığı büyük ekonomik potansiyelden Türkiye’nin “İslam dayanışması” beklentisi içinde otomatik olarak faydalanacağına dair hiçbir garanti yok. Tam tersine İran’ın önce Batılı şirketleri tercih edeceğini gösteren önemli işaretler var.
Türkiye’nin bunun için çok çalışması gerekecek. Davutoğlu bunu anlamışa benziyor. İran ziyareti de buna işaret ediyor. Umarız “Saray” da bunu anlamıştır. Oradan gelecek tek bir fevri ve ters lafın her şeyi bozabileceğini unutmamak gerekiyor.
Davutoğlu’nun İran ziyareti...
Yazarın Son Yazıları
Kahraman’ın sözleri yararlı oldu
Gül’ün adı niçin yok?
Dış politikada demagojiye devam...
Çağdaşlık treni kaçıyor
Erdoğan’ın istediği sonucu alması zor görünüyor
Batı'nın tonu giderek sertleşiyor
Türkler Preet Bharara’yı niçin bu kadar çok seviyor?
Akılcı perspektiflerin kaçınılmaz zorunluluğu
Erdoğan’ın ABD ziyareti
Erdoğan’a diplomatik ‘mukabele-i bilmisil’
Erdoğan sevmese de diplomasi kuralları değişmez
Belçika’yı topa tutarken kendi zafiyetlerimizi unutmayalım
Ülkenin gidişatı hiç de parlak değil
Anlaşmayı ciddi zorluklar bekliyor
Liderler ‘yıkım senaryolarından’ medet ummamalı
Gün elbirliği ile çözüm arama günüdür
Mülteci anlaşmasının ‘getirisi’ ve ‘götürüsü’
Davutoğlu’nun İran ziyareti...
PYD’nin durumu sanıldığı kadar sağlam görünmüyor
Gerçek gazetecilere karşı yürütülen algı operasyonu
Yoksa AKP Sünni Araplara güvenmiyor mu?
Etrafımızdaki çember daralıyor
Ortadoğu bataklığına sürüklenmemeliyiz
Umarız ‘büyüklerimiz’ ne yaptıklarını biliyorlar
AKP’nin Türkiye için yarattığı Suriye hezimeti
Suriye gerçeğini ‘Eyli meyli’ çıkışlarla anlamak mümkün değil
Erdoğan'a sitemden başka seçenek kalmadı
Rusya ile çatışma olasılığı yabana atılamaz
Türkiye’nin PYD baş ağrısı bitmiş değil
Türkiye’nin PYD sınavı
Biden ziyareti anlaşmazlıkların altını çizdi
Davutoğlu’nu dinleyen var mı?
Davutoğlu’nun çıktığı Avrupa turunun arka planı
‘Akıllı dış politikanın’ kaçınılmaz önemi
AKP ‘coğrafyanın intikamı’ ile tanışıyor
Türkiye adına kim konuşuyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin içine düşürüldüğü vahim durum
Dış politikada zor bir yıl bekliyor bizi
Bölge yeniden şekillenirken Türkiye’nin rolü ne olacak?
Amerika’daki Donald Trump vakıası