Yazgülü Aldoğan

İstanbul yıkılırsa Türkiye yıkılır!

30 Ocak 2020 Perşembe

Beş gün geçti, 41 yurttaşımızı depremde değil, yıkılan binaların altında kaybettik, yüzlerce can, ahırlarda öldü gitti. Binlerce kişi evsiz barksız, parasız kaldı. Deprem, sadece yeri sarsmadı, bizi de sarstı, kendimize getirdi, boş lafla peynir gemisi yürütmekten vazgeçip yaklaşmakta olan İstanbul depremi için ne yapacaksak yapmalıyız! Gerçekten artık şu lafları duymak istemiyorum:

“Gün, birlik günüdür. Zor bir süreç. Yine bir imtihanla karşı karşıyayız. Bu afetler büyük imtihanlardır, biz Müslüman olmanın, teslimiyetin en güzel örneklerini verdik. Sanat dünyası tek yürek. Yanındayız Elazığ. Yaralar sarılacak. Millet olarak seferberiz! Devlet millet el ele. Kimseyi aç ve açıkta bırakmayacağız! Devlet deprem bölgesine Hızır gibi yetişti. Kurtarma çalışmaları destan yazdı!” 

Boş laf, boş! Benim gözümün önünde bir video var, ne yapmam gerektiğini düşündüren: yarısı yıkılmış bir binaya, o binadan canını zor kurtarıp dışarı fırladığını unutmuş gibi, bir yaşlı amca, girmiş, mal canın yongası, birkaç parça eşyasını bir battaniyeye sarmış, camdan aşağı sarkıtıyor. Sonra ne mi olmuş? İçeriden eşyalarını toplamaya gelmiş olanların yarattığı enerjiye bile dayanamayan bina sallanmaya başlayınca apar topar boşaltılıp ekipler tarafından yıkılmış! İçinde kurtarılamamış eşyalarla birlikte! 

Düşünüyorum, aynı şey başımıza gelseydi ne yapardık? Yalınayak başıkabak kaçtık, çıkmayı başardık, canımızı kurtardık diyelim. Evin yarısı yıkılmış, yarısı yan yatmış, ama orada duruyor. Cebimizde beş kuruş yok. Evde, düğünde takılmış birkaç bilezik, altın; kıyıda köşede para, evin tapusu, rahmetli annemin birkaç fotoğrafı, dizüstü bilgisayar var! Gözünü karartıp da girip almayacak olanınız var mı? Ben de kesin girer ve kaçmayı akıl bile edememiş iki kedimi kucaklar, hiç olmazsa bilgisayarı, cep telefonunu, pasaportumu almaya kalkardım, kesin!

Şimdi herkes birbirini dürtüklüyor, deprem çantası yaptın mı? Yaptım. İçinde düdük, su, el feneri, kurabiye var. Deprem oldu, ev başıma yıkıldı, bir kolonun altındayım, deprem çantam ise kapının orada. Kim gidip alacak? Şaka mısınız siz? Ne işe yarar? Ama ille de hazırlayacaksanız, cep telefonu ve para, bir iki aile yadigârı mücevheri koymakta yarar var. Arkadaşlar diyor ki, olur, hırsız da gelip rahatça alsın! 

Devlet ne yapıyor?

Bunların hepsi boş laf. Hatta yıllardır yaptırdığım DASK bile boşmuş! Birkaç kişinin evi yıkılmış, beş kuruş ödememişler, bir bahane bulup. Tıpkı deprem için diye topladıkları vergilerle seçim yatırımı yaptıkları gibi DASK’ı da yiyorlardır.

İçişleri Bakanı Soylu, İstanbul’a 7.5 şiddetinde depremin yolda olduğunu resmi olarak açıkladı. 40 bin binanın yıkılması demek bu. Her binanın başına 40 kişilik kurtarma ekibi lazım, en alttakini çıkarmak için bir milyona yakın ekip nerede? Kurtardın, hangi hastaneye, hangi yoldan götüreceksin, ne hastane kalır ne yol! Ne doktor kalır ne cihaz. İstanbul depreminde ölen kurtulur, kalan sürünür. Şehir içinde savaşlar çıkar, sokakta kalan insanlar, sağlam evlere girer zorla, dükkânları yağmalar! Bütün bu similasyonları yapıyor mu devlet? Beş tane bina yıkılınca şov yapması kolay, “ALGI GAYET İYİ”. İstanbul yıkılırsa Türkiye yıkılır. Ama sen Kanal İstanbul derdindesin hâlâ. Siyaset yapacak ya. 

Para mara vermem!

Ben bir umut, İstanbul depremi mutlaka olacak ama ben görmem diyordum. Bütün fayların harekete geçmiş olması sonun yaklaştığını gösteriyor. Biz yurttaş olarak ne yapabiliriz? Ne Kızılay’a ne Acun’un kampanyasına, beş kuruş yardım yapmam! Yeterince sömürüldük. Bugüne kadar toplanan paraların ne yapıldığını açıklasınlar önce. Kişisel olarak ne yapabiliriz? Yaşadığınız binaların sağlamlığını ölçtürün. Bir de deprem olduğunda ne yapacağınıza ilişkin bir tatbikat yapın. Donup kalıyoruz genelde. Sallanmaya mı başladık? Kapıya mı koşacağız, merdivenlerden yukarı mı çıkacağız, aşağı inmek değil, çıkmak gerekiyor, provasını yapın. Yere yatıp cenin pozisyonu mu alacağız, bunun için en uygun yer neresi, hiç olmazsa bunları belirleyebiliriz. Ya çıkınca? En yakın deprem toplanma alanı nerede? Yok! Şimdi okuyordum, 1509’daki İstanbul depreminde sular Galata Kulesi’ne kadar çıkmış. Olta alayım bari, pencereden balık tutarım! Sen bizi koru Allah’ım, başka koruyan yok anlaşıldı! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları