Özgürlüğün sınırı

24 Mart 2020 Salı

Zorunlu olarak eve kapanan insanlar korona günlükleri tutmaya başladı. Sosyal medyada herkes dört duvar arasında nasıl vakit geçirdiğini anlatıyor.

İzlenecek filmler, dinlenecek müzikler, okunacak kitaplar listeler halinde paylaşılıyor.

Kimisi spor salonuna gidemediği için evde spor yapmaya dair yaratıcı yöntemler geliştiriyor.

Yemek tarifleri verenler de var.

Ne var ki tüm bunlar bazılarına yetmiyor; sıkıntıdan patladıklarını anlatıyorlar. Karısıyla kocasıyla kavga edenler, annesi ya da babası ile tartışanlar epey fazla.

Bunları görünce, ben niye evde sıkılmıyorum diye düşündüm. Kendimi oyalamakla ilgili hiç sorunum olmadı. Belki de kişilik yapısı önemli, bilmiyorum...

***

Aklıma zorunlu olarak evde kaldığım dönemler geliyor.

İlki 1980 askeri darbesiydi. Çocuktum ama hatırlıyorum o dönemi.

Sokağa çıkma yasağını...

Annem ve babamın endişe içinde konuştuklarını...

Tek kanallı televizyondan, radyodan tek taraflı haberleri dinleyişimizi...

Yan apartmanda oturan bir gencin evinden alınıp tutuklanışını anımsıyorum.

İkincisi 2001 yılında New York’ta İkiz Kulelerin yıkıldığı 11 Eylül saldırılarıydı. Facianın olduğu sırada Times Square civarındaydım. Tüm ulaşım ve iletişim durduğundan korku içinde o sırada yaşadığım eve yürüdüm.

Televizyonda izlediğim görüntüler yüzünden dehşete kapılınca kendimi tekrar sokağa attım. Fakat yetkililer, bir süre evden çıkılmaması çağrısı yapınca, günler sürecek ev hapsi başladı.

Yıkılan dev kulelerde çıkan yangının da etkisiyle havaya zehirli partiküller yayılmıştı. Betonun tozuna, eriyen demir, binlerce bilgisayar ve elektronik aletten çıkan alkalin, asbest, cıva gibi ağır metaller karışmıştı.

Hatta zehirli karışımın musluktan akan suya bulaştığı da söylendi. New York’ta hâlâ binlerce insan o dönemden kalma akciğer hastalıklarıyla boğuşuyor.

***

Zorunlu olarak evde kaldığım üçüncü dönem, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sırasındaydı. Olayın yarattığı travmayla kendimi isteyerek eve kapattım.

Herkes gibi günlerce TV izleyip sosyal medyadaki paylaşımlara bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Öfke, korku, üzüntü ve nefret duygularının birbirine karıştığı, geleceğe dair belirsizlik içinde sürüklendiğimiz berbat günlerdi...

Korona salgınından beri de yine bir süredir evdeyim. 10 gündür sadece bir kere mecburen ATM’den para çekmek için çıktım.

Evde olmaktan sıkılmadım ama yine gelecek hakkında tasalanıyorum.

İnsanların korona salgını sonrasında akıllanacağını, yaşantılarında kaçınılmaz hale gelen değişimleri yapacağından emin değilim. Kapitalizm buna engel olmak için kurgulanmış sonuçta...

***

Toplumsal bir olay nedeniyle evde kapalı kalmak üzerine yazarken dört duvar arasına kendi isteği dışında hapsedilenleri düşünüyorum.

Hiçbir terörist faaliyetle ilgileri olmadığı halde susturulmak için hapse atılan, sadece düşünceleri nedeniyle “terör” suçlamasıyla karşı karşıya kalan gazetecileri, yazarları düşünüyorum.

Ülkenin doğu ve güneydoğu illerinde sık sık ilan edilen sokağa çıkma yasakları altında ömür geçirenleri düşünüyorum.

Sırf insanlar kazanç sağlasın ve keyif alsın diye doğal ortamlarından koparılıp kafeslere kapatılan hayvanları düşünüyorum.

Mezbahalarda ölüm koridorunda hayatının son anlarını yaşarken tir tir titreyen hayvanları düşünüyorum...

Her haksız esaret içimi daraltıyor. Her kafesi kırmak istiyorum.

Dünyayı hem insanlara hem de hayvanlara dar eden sisteme ve insan bencilliğine isyan ediyorum!

Son tahlilde görüyorum ki, özgür olduğumuz tek alan kendi bedenimiz ve aklımız ile sınırlı.

Ve bunun tek sorumlusu bu adaletsiz, baskıcı ve sömürücü sistemi kurup kabul eden insanlık...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları