Celal Üster

Nedir değişen?..

02 Nisan 2015 Perşembe

Sinematek’in kuruluşundan 50, Onat Kutlar’ın öldürülüşünden 20 yıl sonra

1965 yazı. Aylardan ağustos. Çocukluğumdan beri olduğu gibi o yaz da Büyükada’dayız. Artık Maden’deki Gözlü Ev’de değil, Madam İsmaro’nun Çankaya’daki evinde oturuyoruz.
Çetin Altan’lı, İlhami Soysal’lı, Aziz Nesin’li Akşam gazetesini alıyorum her gün.
Bir sabah, arkadaşım Reha Uz’la birlikte gazeteye göz atarken, küçük bir haber dikkatimizi çekiyor: “Sinematek Derneği kuruldu.”
Üyelik başvurusu için bir de adres veriliyor: “Alihan İş Merkezi, Galatasaray.”
Haberden anladığımız kadarıyla, tecimsel sinemalara gelmeyen pek çok filmi izleme olanağı bulacağız.

Ver elini Beyoğlu
Vakit geçirmeye gelmez. Ertesi gün, vapura atlayıp İstanbul’a iniyoruz Reha’yla. Tünel’e binip ver elini Beyoğlu.
Balıkpazarı’nın girişindeki Alihan yepyeni bir iş merkezi. Boya kokuları üstünde daha. Sinematek, kapısı aralık, bizi bekliyor.

Düşler âlemine adım
Kapıdan girerken, iki odalı çıplak bir büroya değil, bir hayal perdesini aralayıp, sinema sanatının dünyaya, hayata bakışımızı yerinden oynatacak, büyülü düşler ve gerçekler âlemine adım attığımızın henüz ayırdında değiliz.
İçeri girdiğimizde, nerdeyse boş bir masanın başında oturan birine, üye olmak istediğimizi söylüyoruz. “Henüz üyelik işlemlerini başlatamadık. Bir-iki gün sonra gelin” diyor.
Kararlılığımızdan bir şey kaybetmiyoruz. Birkaç gün sonra yine karşısındayız. Bu kez, ben öne geçtiğim için 33 nolu üye oluyorum; Reha da 34. Alihan’dan çıkıp, Çiçek Pasajı’nda bir koca Arjantin ve midye tavayla kutluyoruz üyeliğimizi.
Tam 50 yıl olmuş.

Oturunca çöken koltuklar
60’ların ikinci yarısında, Bomonti’deki Kervan Sineması’nı mesken tutmuştu Sinematek. Bazıları oturunca çöken o koltuklarda kimlerle tanıştırmadı ki bizi! Ayzenştayn, Pudovkin, De Sica, Germi, Rossellini, Fellini, Bergman, Visconti, Truffaut, Polanski, Wajda, Skolimowski...
Bugün Sinematek’i hayatımın en güzel sekanslarından biri olarak anımsıyorum. Film içinde film... Sevgililerle buluşmalar... Notre Dame de Sion’dan rahibe öğretmenleriyle gelen kızlarla ışıklar sönünce arka localara kaçmalar... Sevgili dostum Cem Taylan’la, “Sudaki Bıçak”a yetişmek için, buz tutmuş yollarda kol kola girip okuldan Kervan’a hızlı hızlı yürümeler.
Ayzenştayn’ın başyapıtı “Potemkin Zırhlısı”nın Türkiye’deki ilk gösterimini unutmak olanaksız. Behice Boran, Sadun Aren, Hikmet Kıvılcımlı ve ister istemez sivillerle birlikte.
Mihail Romm’un, nerdeyse yetiştirilemeyen her filmin yerine gösterilen müthiş belgeseli “Sıradan Faşizm”i kimbilir kaç kez izledik! Faşizmin “sıradanlaşmasını” inanılmaz bir ustalıkla belgeleyen bu filmi, baskıların, hoşgörüsüzlüklerin, şiddetin gündelik hayatımızın bir parçası olup çıktığı bugünlerde yeniden seyredebilsek.

Hasan Âli’nin Yelena’sı
Tolstoy, Çehov, Dostoyevski çevirilerini elimden bırakamadığım Hasan Âli Ediz’i de Sinematek’te tanımıştım. Hem de ne tanıma.
Sergey Bondarçuk’un, Tolstoy’un 4 ciltlik romanını sayfa sayfa çektiği “Savaş ve Barış” gösteriliyordu. O sıralar Sinematek’in altyazı hazırlama olanağı olmadığı için bazı filmler anında çeviriyle sunuluyordu. Ne kadar talihliydik ki, “Anna Karenina”nın çevirmeninden dinliyorduk “Savaş ve Barış”ın diyaloglarını.
Vasili Kuragin’in, düzenlediği baloda kızı Yelena ile Piyer Bezuhov’u baş başa bıraktığı sahneyi hiç unutmuyorum. Hasan Âli Bey, kendini filmin akışına kaptırmış, konuşmaları soluk almadan çeviriyordu.
Piyer, Yelena’nın önünde diz çöküp dil dökerken yürekten bir iç çekişle “Yelena!..” deyiverdi ve ne olduysa o anda oldu. O dakka kendini Piyer’in yerine koyan Hasan Âli Bey de daha da derin bir iç çekişle “Yelena!..” demesin mi!
Seyircinin bir an koptuğunu anımsıyorum. Evet, gülüşmeler oldu. Ama Hasan Âli’nin gönülden uğraşına “Aşkolsun!” diyen gülüşmeler.
Sinematek anıları bitmez.

Hüzünlü Bir Kutlama
İKSV, iki gün sonra başlayacak 34. İstanbul Film Festivali’nde “Sinematek ve Onat Kutlar” bölümüyle kutluyor bu benzersiz derneğin kuruluşunu. Ne ki, bir hüzün de var bu kutlamada.
Bizlere engin bir kültür penceresi açan Sinematek’i 12 Eylül 1980’de Kenan Evren’in askeri diktatörlüğü öldürdü; Sinematek’in ve Film Festivali’nin baş mimarı Onat Kutlar’ı ise 20 yıl önce terörizm.
Kutlar’ın, gözde yönetmeni Visconti’nin “Leopar”ı üstüne Sinematek’in dergisi Yeni Sinema’da yayımlanan yazısını anımsamamak elde değil:
“Ve büyük bir fresktir ‘Leopar’. Palermo sokaklarının bayraklar, barut dumanları, ağlayan kadınlarla dolu sonsuz yıkıntıları önünde düşünen bir insanı çizer: ‘Nedir değişen?’.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları