Şu uğursuz ‘Biz, olduk!’ C yanılsaması (2)

07 Kasım 2016 Pazartesi

Şöyle başlamıştım geçen haftaki yazıma: “Evet, ister bireyler ister toplumlar bağlamında olsun, gerçekten de uğursuzdur, dahası lanetlidir şu ‘Biz, olduk!’ yanılsaması. Çünkü bireyi ve toplumu aslında varmadığı yerlerde olduğu yanılgısına sürekler. En kötüsü ise bu yanılgının bir kez insanın veya toplumun eteğine yapıştıktan sonra bir daha o eteği bırakmamakta direnmesidir…
Toplum olarak gözaltıların, tutuklamaların, ölmelerin ve öldürmelerin fırtınalarını 93 yıllık Cumhuriyetimizin hiçbir döneminde görülmedik bir yoğunlukta yaşadığımız şu zamanlarda, yazımın girişinde sözünü ettiğim yanılsamanın bedelini -yine toplum olarak!- çok ağır ödemekteyiz. Ve göründüğü kadarıyla daha da çok, daha da ağır koşullar altında ödemek zorunda kalacağız. Bunun temel nedeni ise, başka temel kavramlarla birlikte, gerek “iktidar” gerekse “muhalefet” kavramlarının özü, içeriği ve yeri bağlamında da kendimizi yanılgılardan kurtaramayışımız.

‘Kökleşmiş cehalet’in yanından geçip gitmek…
Batı demokrasilerinin iki temel kavramı: “iktidar” ve “muhalefet”. Her temel kavram gibi, bunlar da sadece anayasalara ve başkaca hukuksal düzenlemeler çerçevesine alınmakla doğru içerikleri de kendiliğinden gelebilen kavramlar değildir. Örneğin “demokrasi”, uzun tarihsel gelişmesi de özümsenerek ve böylece daha önce kök salmadığı bir ortamda hangi çabalarla sağlam bir temele oturtulabileceği üzerinde yeterince titizlikle düşünülmeksizin alındığı takdirde, parlamentoların çatısı altında salt parmak hesabını temel alan bir kavrama, en son noktada ise yalnızca çoğunluğun azınlık üzerinde kuracağı bir istibdada dönüşür. O zaman böyle bir parlamentoyu hâlâ demokratik parlamenter rejimlerdeki parlamentolardan biri saymak ise bir başka ve çok vahim bir yanılsama olmaktan öteye geçemez.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk çok partili rejim girişimlerini başlatan lider, o Cumhuriyet’in kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bu girişimlerin başarısızlığa uğramasıyla birlikte Atatürk, bu alandaki çabaları ertelemiş ve 1937’de bir başka girişime, bütün ülkede köyleri de kapsamına alacak dev bir eğitim seferberliği’nin hazırlıklarına öncelik tanımıştır. 1940 yılında faaliyete geçen Köy Enstitüleri, bu seferberliğin kaleleridir ve hemen bütün devrimlerinde çok güçlü bir tarih birikimini rehber edinen Gazi’nin şu çok doğru teşhisinin ürünüdür: Dünya siyaset tarihinde cehalet temelinde sağlam bir demokrasinin inşa edilebildiğine hiç rastlanmamıştır.

Bir gerilemenin başlangıcı: 1946
Gelgelelim bu doğru teşhisin önemi, çok partili rejime geçişle birlikte gölgelenecektir. 1938’i izleyen dönemde yeni kurulan Demokrat Parti ve onu tutan büyük toprak sahiplerinin nüfuzu ile sandıkta boy ölçüşebilmenin başlıca araçlarından biri olarak, toprak reformunun başlıca savunucularından olan Köy Enstitülerinin altı oyulmaya başlanacaktır. Bu topraklarda yüzyıllar boyunca kökleşmiş bir cehaletin artık sağlıklı bir demokrasiyi oturtabilecek ölçüde yenildiği, başka deyişle demokrasiye ilişkin bir “Biz, olduk!” yanılsamasıyla, dev bir eğitim seferberliği kendisine karşı yöneltilen türlü haksız suçlamalar karşısında savunmasız bırakılacaktır.
Şimdi, yani 2016 yılında olup bitenler, “Biz, olduk!” yanılsaması içersinde yanlış okunmuş bir tarihin öç alışından başka bir şey değildir



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları