Ayşegül Yüksel

Dünyanın çıldırdığı noktadayız

10 Haziran 2014 Salı

19. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Schaubühne Berlin vardı

Bugün, doğal kaynakları tekellerce ele geçirilmiş ve kirletilmiş, kimyasal maddelerin her alanda sorumsuzca kullanımı nedeniyle sağlığımızın tehlike altında olduğu, nükleer silahlarla, aşırı yapılaşmayla ve ‘güç’/‘para’ uğruna çeşitli yöntemlerle alt üst edilmekte olan bir yeryüzü düzeninde yaşıyoruz. 19. İstanbul Tiyatro Festivali’ne bu yıl Ibsen’in ‘Bir Halk Düşmanı’yla katılan Schaubühne Berlin, festivalin iki yıl önceki onur ödüllü yönetmeni Thomas Ostermeier’in yorumuyla oyunu bugünün dünyasına taşıyor.

İsviçreli oyun yazarı Friedrich Dürrenmatt, 2. Dünya Savaşı’nın noktalandığı dönemde insanlığı, frenleri tutmayan bir araçta baş döndürücü bir hızla, bilinmeyen bir sona doğru sürüklenen, bilinçsiz bir kitle olarak görüyordu. ‘Güç’ ve ‘para’nın ‘doruk’ sayıldığı bir değerler düzeninin kıskacındaydı dünya. Daha sonra yaşanacak ve günümüze ulaşacak dönemler, kapitalizmin yarattığı diktatoryaya ve diktatorya eliyle semirtilen kapitalizmin oyunlarına sahne olacaktı.
Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen, ‘Bir Halk Düşmanı’nı, Dürrenmatt’ın bu saptamasından yaklaşık 60 yıl önce, 19. yüzyılın son çeyreğinde, kapitalizmin iyice palazlandığı aşamada yazmıştı. Turist çekme yoluyla sıradan bir kasabayı zenginleştirecek kaplıcanın suyunun sağlığa zararlı olduğunu kanıtlayan ve bu sakıncayı giderme yollarını gösteren idealist Dr. Stockmann, karşısında toprak sahiplerinden kaplıca yöneticilerine ve çeşitli kademelerdeki basın üyelerine uzanan bir çıkar ilişkileri zincirini bulacaktı.

‘Rant merkezli dünya düzeni’
Bugün, doğal kaynakları tekellerce ele geçirilmiş ve kirletilmiş, kimyasal maddelerin her alanda sorumsuzca kullanımı nedeniyle sağlığımızın tehlike altında olduğu, nükleer silahlarla, aşırı yapılaşmayla ve ‘güç’/‘para’ uğruna çeşitli yöntemlerle alt üst edilmekte olan bir yeryüzü düzeninde yaşıyoruz. 19. İstanbul Tiyatro Festivali’ne bu yıl Ibsen’in ‘Bir Halk Düşmanı’yla katılan Schaubühne Berlin, festivalin iki yıl önceki onur ödüllü yönetmeni Thomas Ostermeier’in yorumuyla oyunu bugünün dünyasına taşıyor.
Ibsen tiyatrosunun öngördüğü ‘gerçekçi’ oyunculuğu, ‘uzam’ ve ‘zaman’ kullanımında ‘eklektik’ (başka tür sahne anlatımlarını da içeren) ögelerle buluşturan yönetmen, gerçekçi tiyatronun –alışılagelmiş- ‘serim-düğüm-doruk-sonuç’ bölümlerini, oyuncular tarafından seyircinin tanıklığında hızla değiştirilen dekor aracılığıyla, kesiksiz -ara verilmeden- süren bir gösteriye dönüştürmüş. ‘Gösteri’ sözü yadırganmasın, çünkü oyun kişilerinin önemli bir bölümü de prova süreçlerinin ya da ön hazırlıkların yansıtıldığı bir orkestranın üyeleri olarak çizilmiş. Böylece, oyunla iç içe oluşan müziksel devinim, hem diyalogların bunaltıcı biçimde uzayıp gitmesini engelliyor, hem de oyunculara rollerinin çerçevesi içinde hareket esnekliği sağlayan genel bir uyum çizgisi sağlıyor.
Oyun tam da su gibi akıp giderken, doruk noktasına varıldığında bir mola alınıyor ve oyuncular seyirciyle buluşuyor. Ibsen’in yarattığı ‘tartışma tiyatrosu’ böylece ‘gerçekçi tiyatro’nun ‘yanılsama’ yöntemini bir yana bırakarak seyircinin sahne olayı ile güncel olarak yaşanmakta olan arasındaki bağlantıyı irdelemesi sağlanıyor. (Üç kez sunulan oyunu izlediğim son gecede ‘seyirci ile kurulan iletişim’ öyle dallanıp budaklandı ki, sahne olayı vuruculuğunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Üstelik, uzayan seyirci gevezeliği dinleyenlere ya da oyunculara pek bir katkı sağlamadı.)
Çevresini saran tüm çıkar çevreleri (toprak sahipliği, işletmecilik, medya…) tarafından ikiyüzlülükle çökertilen idealist Dr. Stockmann’ın ‘doruk’ noktasında yer alan son konuşması, bir Norveç kasabasındaki ‘kaplıca olayı’nı bugünün dünyasında genelleştiriyor ve ‘bireysel çıkar’lar adına, dünyada yaşanan acıları görmezden gelen, talan edilmiş bir yeryüzünde alınacak aslan payından başka hiçbir şey düşünemeyen, bencil, duyarsız, vicdansız insanlığımıza ağıt yakılıyor. İzlediğimiz, Ibsen ile Ostermeier’in kusursuz buluşmasıdır…

‘Rolle içsel bütünleşme’
İçeriği ve biçimiyle seyirciyi baştan sona sarıp sarmalayan, ‘inceliği yalınlıkta yakalayan’ bu ustalıklı sahne olayının en vurucu yanı her bir oyuncunun, rolünün gerektirdiği tüm görsel-işitsel anlatım zenginliğini dizgeleştirip (sistematik bütünlük içine yerleştirip) içselleştirmiş olması ve böylece oluşan ‘enerji’nin karakteri/oyuncuyu, oyunun akışı boyunca -söz söylemediği ya da hareket etmediği zamanlarda bile- ‘devingen’/’soluklu’ kılmasıydı. Oyunculuk hünerini ‘gerçekçi anlatım’ ile buluşturmak bu olsa gerek.
Teşekkürler Schaubühne Berlin, teşekkürler Ostermeier, teşekkürler İKSV’nin Tiyatro Festivali düzenleyicileri!

Düzeltme ve Özür
A.S.T.’ın 50+1. Yıl Etkinliği ile ilgili olan iki hafta önceki yazımda kullandığım ‘yaşayan en eski özel tiyatromuz’ belirlemesi dil sürçmesidir. ‘Politik’ sözcüğü yerine ‘özel’ sözcüğü kullanılmıştır. Yaşayan en eski özel tiyatromuz Kent Oyuncuları’dır. Özür diler, düzeltirim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özdemir Nutku anlatıyor 3 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları