Erdoğan 15 Temmuz’dan bir gün sonra darbeyi kastederek “Şu olay var ya, Allah’ın bize büyük bir lütfudur” demişti. Nedenini de şöyle izah etmişti:
“Çünkü kimin ne olduğu çok iyi ortaya çıktı. Bunların imamları falan ortaya çıktı. Şimdi bunların üzerine gitmek suretiyle, kaçanlar kurtuluyor, onların da takipçisiyiz. Amerikalı dostlarımız da kalkıp Pennsylvania’daki o terörist başını bize teslim ettiği andan itibaren çok şey değişecek.”
Aradan 18 gün geçti, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak yine Tanrı’nın adını zikretti Erdoğan...
3 Ağustos’ta, Fethullahçılara vaktiyle yardımcı olmaktan, destek vermekten, müsamaha göstermekten ve bunların gerçek yüzünü daha önce ortaya dökememiş olmaktan dolayı hem Rabbine hem de milletine verecek hesabının olduğunu söyleyip, “Rabbim de milletim de bizi affetsin” dedi.
Bu muydu? Allah’ın Erdoğan’a büyük lütfu, onu kendisinin ve milletinin önünde hesap verecek ve af dileyecek duruma düşürmek miydi?
Bize göre evet, bu gerçekten de “Allah’ın bir lütfu” olabilir. Lakin Erdoğan’ın “Allah’ın lütfu”ndan kastettiği herhalde hesap vermek ve af dilemek değildi.
Burada bir parantez açalım: Erdoğan’ın millete hesap verebileceğini sanmıyorum. Ülkesinde kendisini denetleyip dengeleyebilecek kurum bırakmadığı için yanlışlarının hesabını Tanrı’ya vereceğini düşünmesi ise normaldir. Diğer taraftan, iktidarda olduğu sürece hesap verebilirliği yoktur. İktidardan seçim yoluyla gitmemek için ise her türlü tedbiri almıştır. Ayrıca, Tanrı’ya vereceği hesap bizi ilgilendirmez. Tanrı’yla onun kulu olan Erdoğan arasına kimse giremez.
Meselesi gerçekten de hesap vermekse, Erdoğan’ın “Rabbim de milletim de bizi affetsin” demesinin hiçbir önem ve değeri yok ama siyasi anlamı var. Parantezi kapattık, devam ediyoruz.
16 Temmuz’daki Erdoğan, darbe girişimini gerçekten de “Allah’ın bir lütfu” olarak görüyordu, çünkü Amerikalı dostlarının Pennsylvania’daki terörist başını teslim etmesiyle birlikte çok şeyin değişeceğini sanıyordu...
Aradan geçen 18 gün zarfında Fethullah Gülen’in teslim edilmesinin fevkalade zor olduğunu idrak etti ve biraz da bunun neticesinde tehdidin Amerikalılardan geldiğini düşünmeye başladı.
3 Ağustos’ta, Erdoğan’ın Rabbinden ve milletinden af dilemesine vesile olan halet-i ruhiyeye, algıladığı tehdidin büyüklüğü yol açmıştır.
Velev ki bu algı doğrudur; gerçekten de darbe girişiminin ardında ABD vardır...
O halde Erdoğan’ın Rabbi ve milletinden af dilemesini gerektiren günah ve vebal, Fethullahçılarla zamanında yaptığı ittifak ile mi sınırlıdır?
Doğrudan soralım: Erdoğan’ın mevcut Kürt ve Suriye politikaları olmasaydı, 15 Temmuz olur muydu?
Öyle ya, Amerikalılar sırf bu Fethullah Gülen’in yüzü suyu hürmetine mi Türkiye’deki darbe teşebbüsünün arkasına geçtiler? Geçerli nedenlerinin olması gerekmiyor muydu?
Erdoğan’ın, Kürt politikası yüzünden Suriye’de IŞİD’i, ABD’nin tek etkili müttefiki olan PYD’ye tercih etmesi... Ya da PKK’yle bir tuttuğu PYD’ye karşı savaş sürdürmesi gibi...
Veya izlediği Suriye politikası nedeniyle, Batılı müttefiklerinin uluslararası cihatçılara karşı kendisinden arzuladığı işbirliğini mümkün olan en alt seviyede tutmuş olması gibi...
Dahası var: Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldığı yenilginin gerektirdiği şekilde davranıp CHP’yle koalisyona razı olsaydı, 15 Temmuz darbe girişimi de olmazdı. O zaman küçümseyip, elinin tersiyle ittiği “Kemalistler”e şimdi muhtaç oldu.
Af dilenecekse, bu günah ve vebal için de dilenmelidir.
Erdoğan rejiminin üzerinde durduğu çürük zemin 15 Temmuz depreminden sonra akışkan bir hal almıştır. Sürdürülemez politikalarda güç kullanarak ısrarın sonucunda rejim artık dünya ölçekli bir çatışma içindedir. Türkiye’nin değil altı ay, bir hafta sonrası bile öngörülemez.
Ülkenin aşağıya burgu hareketi olağanüstü ivme kazanarak devam ediyor. İflas etmiş siyasal İslam misyonu şimdi yeltendiği sözde rejim konsolidasyonu çabalarıyla bu tepetaklak gidişi sadece hızlandıracak. Ve ülkenin dibi de yok. Ne toplumsal ne de kurumsal varlığımız bu aşağıya gidişi frenlemeye yeter güçtedir.
Erdoğan af dilenmekten önce “Rabbim bizi kurtarsın” deseydi, biz de ona katılır ve “Amin” derdik.
Rabbim Türkiye’yi kurtarsın!
Erdoğan, ‘Rabbim bizi kurtarsın’ demeliydi
Yazarın Son Yazıları
İdlib’de yüzleşmek
Osman Kavala’nın sakin mağduriyeti
Yapay zekâ ABD’yle krizi çözer mi?
Türkiye’nin tam teşekküllü krizi
24 Haziran’daki ‘uçan mürekkepli mühür’ palavrasını en çok kim yaydı
Hızlı ve geçici iktidar
Muhalefetin bir numaralı sorunu medyadır
24 Haziran’ın sürprizi MHP değil, ‘münafıklar’
Bu seçimin galibi halktır
24 Haziran’ın dört kesin sonucu
‘Oylarınızı çaldırmayacağız’
Mantar tabancası patlasa da sandığa
İnce, Erdoğan’ı iktidardayken ‘indiriyor’
Korkan iktidar korkutarak oy istiyor
Erdoğan, ‘Bay Kemal’den neden vazgeçemiyor?
Muharrem İnce fenomeni
24 Haziran’da iktidarın işi artık daha zor
Türk Lirası’nı kim çökertti?
Üç yıl sonra HDP yine anahtar
Dinamizm tamam Umutlar tamam Moraller tamam
Muharrem İnce’yle bozulan mezhepçilik oyunu
Basın özgürlüğü neden alerji yapıyor?
Atı alan Üsküdar’a geçecek mi?
İç ve dış krizlerden önce baskın seçim
Cihatçılar da Türkiye’ye havale
ABD, İngiltere ve Fransa'nın ortaklaşa gerçekleştirdiği Suriye Operasyonunundan ne anlamalıyız... Sınırlı saldırı Ankar'nın pozisyonunu etkiler mi, Esad rejimini güçlendirdi mi, harekatın zamanlaması manidar mı, harekat Putin'e de bir mesaj mı, İngiltere Başbakanı May kısa yolu mu seçti?
Şimdiki mesele kimyasal silah değil
Hürriyet’e veda ve teşekkür
Doğan Grubu’nun imhası, ana akım medyanın sonu
Afrin ve ötesi
Seçimi boykot, havlu atmaktır
Arkadaşlarımızı hapiste tutarak hiçbir şey kazanamazsınız
İdlib’e dikkat
TSK Suriye’den neden çıkmaz?
Suskunluk sarmalındaki Türkiye
Uğur Mumcu’yu anmak, yalana teslim olmamaktır
Afrin savaşının öteki cephesinde durum
Zor, Suriye’de oyunu bozar mı?
Ölmüş bir gazeteciden ‘Sayın Yetkili’ye mektup:
Türkiye-ABD: Krizin kara yılı başladı