Türkiye’de laik ve demokratik cumhuriyeti savunanlar, 15 Temmuz akşamı ile “Fırat Kalkanı” operasyonu arasındaki dönemde anahtar konuma yerleşmişti.
Darbeyi tezgâhlayan Fethullahçı şebekenin TRT’de okuttuğu bildiriye bakın... Laiklik, cumhuriyet ve Atatürk’e yapılan güçlü vurgular dikkat çekicidir. Amaçları, bu değerleri savunanları kafakola almaktı. Yarı gizli İslami külte mensup darbeciler, İslamcı iktidarı devirdikten sonra en çok laiklerin desteğine ihtiyaç duyacaklarını öngörüyorlardı. Toplum ve siyasette hâlâ önemli bir güç oluşturmayı sürdüren laikler, kendileri farkında olmasa da dengenin tayin edici unsuruydular. Darbeyi desteklemeleri sağlanamasa bile kulağa hoş gelen bu sözlerle en azından pasifize edilmeliydiler.
Darbeciler birkaç saat içinde yenilgiye uğratılınca laiklere kur yapma sırası bu kez karşı-darbeci İslamcı iktidara gelmişti...
İktidarın durumu okuyup kendince anlaması birkaç gün sürdü.
Darbe girişiminin ardında ABD’yi gördüler; dünyada ne kadar yalnız ve desteksiz olduklarını anladılar. Güç kaybetmişlerdi. Kendilerine yönelen tehdidi dünya ölçekli algılar olmuşlardı. Dünya yüzde 50’den büyüktü.
Bu nedenle ana muhalefetin şahsında laikleri yanlarına çekmeye ve dünyaya büyük görünmeye çalıştılar.
Bir “milli birlik” kalpazanlığı aldı başını gitti.
Karşı-darbeciler ülkede sürekli kılmaya uğraştıkları olağanüstülük hali zemininde dayattıkları sözde “milli birlik” yoluyla, demokrasinin vazgeçilmezi olan muhalif siyaseti bitirmek istiyorlardı.
Laik ve demokratik cumhuriyetten yana olanları pasifize edip siyaset yapamaz hale getirmek için mavi boncuk dağıtmaya başladılar...
Taksim’de mitinge cevaz verdiler.
“Başkanlık da başkanlık” diyorlar iken bir baktık, “Demokratik parlamenter sistemin içinde kalıyoruz, hiçbir zaman bundan uzaklaşmayacağız” demeye başlamışlar.
“Mini anayasa değişikliği paketi” hazırladılar.
Muhalefet ve medya aleyhinde açmış oldukları binlerce hakaret davasını geri çektiler.
Nefret ettiklerini bildiğimiz Atatürk’ün dev bir posterini parti binalarına asarak ikiyüzlülüğün feriştahını sergilediler.
Ana muhalefet bu arada ne yaptı?
Bu soruyu aslında “Ne yapamadı” diye sormak lazım.
Ana muhalefet, darbeyi üretenin iktidar sisteminin ta kendisi olduğunu açık ve seçik anlatamadı. İktidarın darbedeki tarihsel sorumluluğu orta yerde dururken, 15 Temmuz sonrasındaki politikasının ana omurgasını, demokrasi, laiklik, özgürlük, eşitlik ve hukuk devletinden şaşmayan bir uzlaşma zemini üzerinde inşa edemedi.
Zaten başarısız olmuş bir darbeye karşıtlık eksenindeki politik uzlaşma, 15 Temmuz’u izleyen karşı-darbeciliğin siyasi çıkarlarına hizmet ederdi ve nitekim öyle oldu.
Neticede “kaçak saray” dedikleri yapının kapılarından içeri girenler, o kapılardan yerli ve yabancı başkalarının da kendilerini takip ederek geçmesinin yolunu açtılar.
15 Temmuz’dan önce meşruiyetini sorguladıkları o kapılardan girenler, isteksiz, kararsız ama mecburen Yenikapı’da buldular kendilerini.
Laik cumhuriyetçiler, demokrasi yanlıları yine eşsiz biçimde, anahtardılar. Fakat bu anahtarı kullanan kendileri değildi.
Rejim bu arada “Yenikapı ruhu”ndan istifade, aydınları her gün birer ikişer hapse atıyor, eğitimi dinselleştirmeye devam ediyor, laiklik karşıtı uygulamalarını kamuda henüz dokunmadığı alanlara yayıyor ve cumhuriyetçilerin kapılarından geçtiği külliyede zikir ayinleri düzenleyerek fikrinin gövde gösterisini yapıyordu.
Ama her şeyin bir sınırı vardı, bu tabii ki böyle gitmezdi.
Sıra adli yıl açılış törenini sarayda düzenlemeye gelince, bıçak kemiğe dayandı.
Yargının yürütmeye biatını sembolize etmek için daha uygun bir mekân bulunamazdı. Cumhurbaşkanı’nın kürsüye çıkıp konuşması, ayakta alkışlanması, önünde cüppe kavuşturulması vasıtasıyla da Türkiye’de yargının bir kurum olarak işlevinin sona erdiğini dünyaya ilan eden seküler bir ayin oldu bu.
Bu kadarına tahammül edilemeyeceği baştan belliydi.
Ana muhalefet ve avukatlar örgütünün de “Yenikapı”dan bağımsız bir ruhu varmış, gördük ve içimiz rahatladı.
“Yenikapı ruhu”nun kullanma süresi de bu arada doldu.
Ama sanılmasın ki bu, ana muhalefet ve avukatlar örgütü saraydaki adli yıl açılışına gitmediler diye oldu.
24 Ağustos’ta ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, daha önce başkalarının açtığı yolu izleyip saray kapısından geçince, Erdoğan’ın da “Yenikapı ruhu”na ihtiyacı kalmadı.
Cumhuriyetçiler için açılan fırsat penceresi kapandı.
‘Yenikapı ruhu’ bitti, Türkiye normalleşiyor!
Yazarın Son Yazıları
İdlib’de yüzleşmek
Osman Kavala’nın sakin mağduriyeti
Yapay zekâ ABD’yle krizi çözer mi?
Türkiye’nin tam teşekküllü krizi
24 Haziran’daki ‘uçan mürekkepli mühür’ palavrasını en çok kim yaydı
Hızlı ve geçici iktidar
Muhalefetin bir numaralı sorunu medyadır
24 Haziran’ın sürprizi MHP değil, ‘münafıklar’
Bu seçimin galibi halktır
24 Haziran’ın dört kesin sonucu
‘Oylarınızı çaldırmayacağız’
Mantar tabancası patlasa da sandığa
İnce, Erdoğan’ı iktidardayken ‘indiriyor’
Korkan iktidar korkutarak oy istiyor
Erdoğan, ‘Bay Kemal’den neden vazgeçemiyor?
Muharrem İnce fenomeni
24 Haziran’da iktidarın işi artık daha zor
Türk Lirası’nı kim çökertti?
Üç yıl sonra HDP yine anahtar
Dinamizm tamam Umutlar tamam Moraller tamam
Muharrem İnce’yle bozulan mezhepçilik oyunu
Basın özgürlüğü neden alerji yapıyor?
Atı alan Üsküdar’a geçecek mi?
İç ve dış krizlerden önce baskın seçim
Cihatçılar da Türkiye’ye havale
ABD, İngiltere ve Fransa'nın ortaklaşa gerçekleştirdiği Suriye Operasyonunundan ne anlamalıyız... Sınırlı saldırı Ankar'nın pozisyonunu etkiler mi, Esad rejimini güçlendirdi mi, harekatın zamanlaması manidar mı, harekat Putin'e de bir mesaj mı, İngiltere Başbakanı May kısa yolu mu seçti?
Şimdiki mesele kimyasal silah değil
Hürriyet’e veda ve teşekkür
Doğan Grubu’nun imhası, ana akım medyanın sonu
Afrin ve ötesi
Seçimi boykot, havlu atmaktır
Arkadaşlarımızı hapiste tutarak hiçbir şey kazanamazsınız
İdlib’e dikkat
TSK Suriye’den neden çıkmaz?
Suskunluk sarmalındaki Türkiye
Uğur Mumcu’yu anmak, yalana teslim olmamaktır
Afrin savaşının öteki cephesinde durum
Zor, Suriye’de oyunu bozar mı?
Ölmüş bir gazeteciden ‘Sayın Yetkili’ye mektup:
Türkiye-ABD: Krizin kara yılı başladı